Nobel Edebiyat Ödülü verilen ilk Türk yazarı olan Orhan Pamuk 1952'de İstanbul'da doğdu.
'Cevdet Bey ve Oğulları' ve 'Kara Kitap' romanlarında anlattığına benzer kalabalık bir ailede, Nişantaşı'nda büyüdü.
Otobiyografik kitabı 'İstanbul'da anlattığı gibi, çocukluğundan 22 yaşına kadar yoğun bir şekilde resim yaparak ve ileride ressam olacağını düşleyerek yaşadı.
Liseyi İstanbul'da Robert College'de okudu. İstanbul Teknik Üniversitesi'nde üç yıl mimarlık okuduktan sonra, mimar ve ressam olmayacağına karar verip okulu bıraktı.
İstanbul Üniversitesi'nde gazetecilik okuyan ama bu işi de hiç yapmayan Pamuk, 23 yaşından sonra romancı olmaya karar verdi.
ESERLERİ:
Cevdet Bey ve Oğulları:
Pamuk'un ilk romanı 'Cevdet Bey ve Oğulları' 1982'de yayımlandı. İstanbullu, zengin ve Pamuk gibi Nişantaşı'nda yaşayan bir ailenin üç kuşaklık hikâyesi olan bu roman 'Orhan Kemal' ve 'Milliyet Roman Ödülleri'ni aldı.
Sessiz Ev:
Pamuk ertesi yıl 'Sessiz Ev' adlı romanını yayımladı ve bu kitabın Fransızca çevirisiyle 1991'de 'Prix de la Decouverte Europeene'i kazandı.
Beyaz Kale:
Venedikli bir köle ile bir Osmanlı alimi arasındaki gerilimi ve dostluğu anlatan romanı 'Beyaz Kale' (1985), 1990'dan sonra başta İngilizce olmak üzere pek çok dilde yayımlanarak Pamuk'a uluslararası ününü sağlayan ilk romanı oldu.
Orhan Pamuk, 1985-1988 yılları arasında New York'ta Columbia Üniversitesinde 'misafir alim' olarak bulundu.
Kara Kitap:
Büyük bir çoğunluğunu burada yazdığı, İstanbul'un sokaklarını, geçmişini, kimyasını ve dokusunu, kayıp eşini arayan bir avukat aracılığıyla anlatan 'Kara Kitap', 1990'da Türkiye'de yayımladı.
Fransızca çevirisiyle 'Prix France Culture Ödülü'nü kazanan Pamuk, bu romanla ününü hem Türkiye'de hem de yurt dışında artırdı. Pamuk'un 1991 yılında 'Kara Kitap'taki bir sayfalık hikayeden senaryolaştırdığı 'Gizli Yüz' filme çekildi.
Yeni Hayat:
Orhan Pamuk'un 1994'te Türkiye'de yayımlanan, esrarengiz bir kitaptan etkilenen üniversiteli bir genci hikâye ettiği 'Yeni Hayat' adlı romanı en çok okunan kitaplarından biri oldu.
Benim Adım Kırmızı:
Pamuk'un Osmanlı ve İran nakkaşlarını, batı dışındaki dünyanın görme ve resmetme biçimlerini bir aşk ve aile romanının entrikasıyla hikâye ettiği 'Benim Adım Kırmızı' adlı romanı 1998'de yayımladı.
Orhan Pamuk, bu kitapla Fransa'da 'Prix Du Meilleur Livre Etranger', İtalya'da 'Grinzane Cavour' (2002) ve İrlanda'da 'International Impac-Dublin' (2003) ödüllerini kazandı.
Kar:
Yurt içinde ve yurt dışında çeşitli gazete ve dergilere yazdığı edebi, kültürel makaleler ve kendi not defterlerinden oluşturduğu geniş bir seçmeyi 1999 yılında 'Öteki Renkler' adıyla yayımlayan Pamuk, 'ilk ve son siyasi romanım' dediği 'Kar' adlı kitabını 2002'de yayımladı.
İstanbul:
'Kar' kitabı New York Times Book Review tarafından 2004 yılının en iyi 10 kitabından biri seçilen Pamuk'un 2003 yılında yayımladığı son kitabının adı 'İstanbul'.
Alman Yayıncılar Birliği tarafından 1950 yılından beri verilmekte olan, Almanya'nın kültür alanındaki en seçkin ödülü olarak kabul edilen 'Barış Ödülü' 2005'te Orhan Pamuk'a verildi.
Aynı yıl, Fransa'da her yıl en iyi yabancı romana verilen 'Le Prix Medicis Etranger'i Orhan Pamuk'un 'Kar' adlı romanı aldı.
HABER
Nobel Edebiyat Ödülü Pamuk'un
12 Ekim 2006 www.cnnturk.com
2006 Nobel Edebiyat Ödülü yazar Orhan Pamuk'a verildi. Böylece Pamuk, Nobel ödüllerinin en prestijlisi olan Edebiyat Ödülü'nü alan ilk Türk oldu.
İsveç Akademisi, '2006 Nobel Edebiyat Ödülü'nün, kentinin melankolik ruhunun izlerini sürerken kültürlerin birbirleriyle çatışması ve örülmesi için yeni simgeler bulan Orhan Pamuk'a verildiğini' açıkladı.
Açıklamada, Pamuk'un 'roman sanatında, kimliklerle ve çift kişiliklilik motifleriyle oynamasıyla ün kazandığı', 'büyürken geleneksel Osmanlı tarzı aile yaşamından Batı yaşam tarzına geçişi yaşadığını' söylediği ifade edildi.
Orhan Pamuk, 1.4 milyon dolar para ödülü ile altın madalya alacak.
Pamuk: "Çok mutluyum"
2006 Nobel Edebiyat ödülünü kazanan Orhan Pamuk, çok mutlu olduğunu, ödülü kazanmaktan kıvanç duyduğunu ve ödülü almak için Stockholm'e geleceğini söyledi.
Ödülü kazandığını ABD'de öğrenen Pamuk, İsveç gazetesi Svenska Dagbladet'in sorularını telefonla yanıtladı. Ödül töreni 10 aralıkta Stockholm'de düzenlenecek.
Fransa'daki yasa teklifine değinmedi
Yazar Orhan Pamuk, Nobel Edebiyat Ödülü’nü almasını CNN International'a değerlendirdi.
Pamuk yazdıklarıyla Türkiye'nin de tanındığını söylerken, Fransa Parlamentosu’nda ‘Ermeni soykırımı’nı inkara ceza getiren yasa teklifinin kabul edilmesini konusunda yorum yapmaktan kaçındı.
Dışişleri Bakanlığı, Orhan Pamuk'u kutlayarak ödülün Türk edebiyatının tüm dünyada çok daha geniş bir şekilde tanınmasına önemli katkılarda bulunacağını açıkladı.
Bakanlık açıklamasında, ödülün Pamuk'a verilmiş olmasının memnuniyetle karşılandığı ve yıllardır bir Türk yazarının Nobel Edebiyat ödülüne layık görülmesinin Türk halkının beklentisi olduğu belirtildi.
Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac da, "Nobel Edebiyat Ödülü'nün topluma bakışı özellikle akıllıca, güçlü ve liberal olan Orhan Pamuk'a verilmesinden memnun oldum" dedi.
AB Komisyonu'nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn de, Nobel Edebiyat Ödülüne layık görülen yazar Orhan Pamuk'u, 'arkadaşı ve hayranı olarak kutladığını' söyledi.
Rehn, "kitaplarını okuyanlar Orhan Pamuk'un bu kapsamda ne kadar övgüye layık olduğunu bilirler. Nasıl ki yaşam için su ve hava gerekiyorsa sanatçılar için de ifade özgürlüğü kaçınılmazdır. Orhan, diğerlerinden daha fazla bu özgürlüğün ne kadar değerli ve kırılgan olduğunu bilir" dedi.
Akademi: 'Türkiye'nin siyasi durumuyla ilgisi yok'
Nobel Edebiyat Ödülü'nü veren İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi Sekreteri Horace Engdahl, Nobel Edebiyat Ödülü'nün Orhan Pamuk'a verilmesinde, Türkiye'deki siyasi durumun etkili olmadığını söyledi.
Engdahl, "elbette ödül bazı siyasi dalgalanmalara yol açabilir, ama biz bununla ilgilenmiyoruz" dedi.
Horace Engdahl, Pamuk için, "kendi ülkesinde tartışmalı bir kişilik, ama neredeyse ödülümüzü alanların hepsi böyle" dedi.
Ödülün Orhan Pamuk'a verilmesinin 'çok az kişi için sürpriz olduğunu' belirten uluslararası haber ajansı AP ise Engdahl'ın ödülü Pamuk'un aldığını açıklamasının "kısa, ama yoğun bir alkış" ile karşılandığını kaydetti.
Engdahl, Pamuk'un hem Doğu, hem de Batı kültürleriyle bağları sayesinde çağdaş romanın köklerini genişlettiği için ödüle layık görüldüğünü belirterek, "bunun anlamı şudur: Kendisinin romanı bizim, Batılıların elinden aldığı ve bizim şimdiye kadar gördüğümüz romandan tamamen başka bir şeye dönüştürdüğü söylenebilir" dedi.
Pamuk'un ödülü kazanmasıyla, 1988'de Mısırlı yazar Necib Mahfuz'a verilmesinden bu yana Nobel Edebiyat Ödülü'nün ilk kez bir Müslüman ülkeye gittiğine dikkat çekiliyor.
Orhan Pamuk'un ödülünü 10 aralıkta İsveç Akademisi'nde düzenlenecek bir törenle alması bekleniyor.
Bahis şirketlerinin favorisiydi
Pamuk ile birlikte bu yıl Suriyeli şair Adonis ödül için favoriler arasındaydı. Geçtiğimiz yıllarda da aday olan Pamuk, bu yıl ise bahis şirketlerinin favorisiydi.
Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı Çetin Tüzüner, ''edebiyat alanında dünyanın en önemli ödüllerinden biri olan Nobel Ödülü'nün bir Türk yazara verilmesinden gurur duyuyoruz'' dedi.
Orhan Pamuk'un eserlerinin dünyada 28 dile çevrildiğini hatırlatan Tüzüner, "Pamuk, lokomotif olmuştur. Diğer yazarların önünü açacaktır. Türk yazarların kitapları dünya edebiyatında yer bulacaktır'' diye konuştu.
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
HAKKINDA YAZILANLAR
“ÜLKENİ KÖTÜLE NOBEL’İ AL!”
Olcay Yazıcı
www.sanatalemi.net
Beklenen hâdise gerçekleşti ve Orhan Pamuk, gerek reklam girişimleri, gerek uluslararası ilişkileri, gerekse Ermeni ve Kürtler konusundaki maksatlı sözleriyle nihayet Nobel’i aldı. Haberi duyduğumda, ilk reaksiyonum sevinmeden ziyade şaşkınlık oldu. Çünkü bu ödül fikir namusuyla verilmiş ve fikir namusuyla hak edilmiş bir ödül değildi.
Nasıl olur? Gerçekten Nobel’i O. Pamuk’a verdiler demek? Bu iş bu kadar ucuz mu? Demek ki, kırk yıl derin düşence, edebiyat, felsefe üretmek için kafa yormak yerine, çıkıp revaçtaki bir siyasî kitlenin lehinde yalan-yanlış bir iki cümle söyle ve Nobel’i al.
Ne desen bir Türk(!) yazarı, hadi sevin diye telkin ettim kendi kendime. Fakat içimden bir ses, hadi canım sen de, bu ödülü bir Türk’e, güçlü Türk edebiyatını, derin Türk fikriyatına, dünyayı kendine hayran bırakan Türk estetiğine, sûfî Türk felsefesine, değerli eserlere imza atmış Türk romanına, güzel Türkçe’ye falan vermediler. Sadece iki siyasî cümleye yani Ermeni yandaşlığına verdiler. Geri zekâlılar için akıllarda kalacak bir ironi teşkil etsin diye de, tam da Fransa’nın Ermeni yasasını hür iradeli(!)meclisten geçirdiği güne denk getirdiler. Fikir özgürlüğü(!) için ödül; fikir yasağı için yasa! Batı düşüncesine ne de yakışıyor bu yaman çelişki. Siz hâlâ, bu liderle el sıkışmaya, ahbap-çavuş fotoğrafları çektirmeye, AB’ye girmek için yüzsuyu dökmeye, eşik aşındırmaya, yalvarıp yakarmaya devam edecek misiniz?
Neyse, mezkur hâdiseye dönelim..Eğer Nobel kriterlerinde saf edebiyat değerlendirilseydi, soldan sağa kadar birçok yazarımız bunu çoktan hak etmişti. Onlara verirlerdi. Orhan Pamuk, bırakınız evrensel romanın ölçü ve değerlerini taşımayı, ortaokul talebesi seviyesinde Türkçe bilmiyor. “Yağmur çıldırmıştı!” cümlesini kuran kafa sağlıklı bir kafa olabilir mi? Çıldırmak, beşerî bir cinnet hâlidir. Nesneye teşmil edilemez. Ama bunu bilmek için dil ilmi bilmek, mânâ ilmi bilmek, lügât yalamış olmak gerekir. Çala-kalem yazmakla olmaz bu iş. Diyeceksiniz ki, işte adam Nobel’i aldı sonunda. İyi de, biz Nobel’i alamazsın demedik, güçlü bir yazar olamazsın dedik.
KLASİK EDEBİYATTAN AŞIRMA METİNLER
Bu şahsın romanlarının ana fikirleri, temel metinleri biraz değiştirip, çarpıtarak, içerisine cinsellik tozu serpiştirerek, hep Türk-İslâm klasiklerinden aşırmadır. Daktilo edip, kitabına aktarmış, kendine mal etmiştir. Kara Kitap, bu bakımdan gerçekten ’kara’ bir kitaptır. Bir çıfıt çarşısıdır adeta. İçinde paslı menteşeden, ezik at nalına kadar her şey vardır. Attar’dan, Mevlânâ’dan aktarma ‘mahzen hikâyeleri’ üzerine kurulmuş bir kitap.
Yeni Hayat, çok bayat bir vak’a-yi âdiyeden ibarettir. Kar romanı ise tamamen bir “kâr” harekâtıdır. Nobel komitesine ilk kez orada göz kırpmaya başlamıştı zaten. Kars’ın eski taş yapılarını Ermeni’ye mal ederek. (Karslı bir arkadaşımız, bu yapıların Ruslar tarafından yapıldığını söyledi.)
O. Pamuk’ta ne derinlemesine bir psikolojik insan analizi, ne lirik bir tasvir becerisi, ne bediî bir soyutlama gücü, ne de dişe dokunur bir büyük düşünce/hikmet ve felsefe vardır. Edebî sanatlar açısından oldukça yeteneksiz, çapsız ve kısırdır. Meselâ kırk fırın ekmek yese asla bir Oğuz Atay etmez. Bütün yazdıklarını bir kefeye, Peyami Safa’nın “Yalnızız”ını öte kefeye koysa, kendi kefesi kuş tüyü kadar hafif kalır. Ne “Devlet Ana”yla boy ölçüşebilir, ne “Huzur”la; ne “Tutunamayanlar”la, ne de “Gençliğim Eyvah”la! Hele, “Yesili Hoca Ahmed”in ne ilmine, ne de iklimine yanaşabilir. Kitaplarının hepsini toplasan, bir “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu”, bir “Çağlayanlar”, bir “Yılkı Atı” etmez. Hele ki, “Asra Bedel Gün” ile kıyası mümkün değil. Kemiyet ve keyfiyet olarak Pamuk’un çok üzerinde bir romancı olan Yaşar Kemal’e, fizik kanunları Avrupa üniversitelerinde ders olarak okutulan ve birçok kere aday gösterilen uluslararası çapta ilim ve fikir adamı sayın Oktay Sinanoğlu’na verilmeyen ödül, nasıl oldu da, ‘gammazcı ve pazarlamacı’ Pamuk’a verildi? Bu konuda derinlemesine düşünmek, kafa yormak gerekmez mi?
Bu hazretin, tek mahareti eski metinleri bir araya devşirmek ve Türk milletinin hain düşmanlarına ‘yandaşlık etmek, ‘sizdenim, beni görün’ mesajı göndermektir. Geleneğe bağlı ahlâkî metinlerin arasına cinsellikler serpiştirmek, örfün asâletine yakışmayan sulu portreler çizmek. Ulvî bir sanat eri olan hattatları, fırsat buldukça çıplak kadın resimleri çizen sapıklar gibi göstermek. Muhteşem bir geçmişi karalamak ve bu karanlıkta Nobel’i avlamak. İşte marifeti ve maharet bu..
“SEN BİZDEN DEĞİLSİN!”
Hani, bir Konya yolculuğunda, otobüste, bir Anadolu delikanlısı, Cemil Meriç’e, “Siz, bizden değilsiniz!” demişti de, Meriç şok olmuştu ya. Evet, şimdi hep birden, bütün Türkler olarak, biz de o Pamuk adama söylemeliyiz bu sözü: “Siz, bizden değilsiniz!” (Kimden iseniz, onlar sevinsin oyuncak ödülünüze!) Çünkü, Batı, ‘bizden’ olanı ödüllendirmez. Eğer ödüllendirseydi, yanlarında ‘karalama defteri’ olarak kalacağınız gerçek büyük Türk yazarları/şairleri kazanırdı bu ödülü. Hem artık Nobel, ‘büyük/güçlü/onurlu’ yazarlara değil; üzerinden siyaset yapılmaya, ‘kullanılmaya müsait’ yeni yetmelere veriliyor.
Bu şahıs, o derece edebiyattan uzaktır ki, Kar romanında baş kahramanlardan biri sözde şairdir. Romanın başından sonuna kadar onun şiirle iştigal ettiğinden, şiir yazdığından söz eder, fakat ne acıdır ki, bu dahi(!) şairin muhteşem(!) şiirlerinden tek bir örnek bile veremez. Çünkü, bu Pamuk prenses, bir dörtlük yazamayacak kadar edebî ve bediî ibda gücünden/edebî ehliyetten yoksundur. Ama bütün bunlar Nobel’i almasına mâni değil. Çünkü, Nobel siyasî bir organizasyondur. Kriterleri Türk düşmanlığı, Ermeni yandaşlığıdır; edebî ve fikrî derinlik, estetik yoğunluk değil.
Ve mezkur kişinin, edebî yeteneği cılız kaldığı için, pazarlama yeteneği gelişmiştir. Çünkü değişmez bir kuraldır: Bir kişinin pazarlama yeteneği gelişmişse, entelektüel yeteneği yok demektir. Entelektüel yeteneği ileri seviyede ise, pazarlamayı beceremez. Bir insan hem iyi bir entelektüel, hem iyi bir pazarlamacı olamaz yani. Mâlum zat, baskın güçlerin, dış mihrakların, yani ‘Sahibinin Sesi’ olma misyonuyla bu işi kotarmıştır.
Ne gerek var edebîyata, fikriyâta! Felsefeye, estetiğe, derin ruh tahlillerine, aşkın soyutlama gücüne, lirik tasvirlere... ”Türkler, 1 milyon Ermeni ile 30 bin Kürt’ü katletmiştir!” de ve ‘ihanet madeninden yontulma’ onursuz ama cafcaflı ödülü kap. Milyar YTL’lik nakdî getirisi de bir yana. Sonra da, utanmadan milletin karşısına geç ve “Bu ödül Türkçe’ye, Türk edebiyatına verilmiştir. Herkes fener alayları düzenlesin. Bu başarım büyük coşkularla kutlanmalıdır..” de. Bunun için nasıl bir tıynete, nasıl bir patolojik kafaya sahip olmak lâzım bilmiyorum ama, herhalde O. Pamuk olmak gerekiyor!
ANA SERMAYESİ CİNSELLİK
Kar romanında, porno filmlerinde bile rastlanmayacak şu rezil diyalog geçer:
Biri sorar, “Kars’ta ne yapıyordun?” Ötekisi cevap verir: “Şiir yazıyor ve otuz bir çekiyordum!” Alın size edebiyat, alın size belâgat, alın size retorik, alın size Nobellik yüksek düşünce! Nasıl, beğendiniz mi? (Bu sorum Nobel Komitesinedir, siz mümtaz Türk okuyucusuna değil.)
Aynı banal ve bayağı dil Yeni Hayat’ta da var. (Adam Otele geldi, Hürriyet gazetesindeki çıplak kadın resmine bakarak, otuz bir çekti!) der. Yani, Nobel ödüllü yazarın tek becerisi, belâgatı, ‘belden aşağı’ konulardaki maharetidir(!)
Sayın Nobel komitesi, yoksa bu fikir özgürlüğü(!) cümlesinden ötürü mu ödüllendirdi Pamuk’u? İyi ama o zaman Playboy dergisine haksızlık edilmiş olmadı mı? Bu işi onlar, yıllardır daha estetik, daha zarif bir şekilde yapıyor. Üstelik, bir haya duygusuyla poşete kokuyorlar eserlerini; böyle ulu orta piyasaya sürmüyorlar.
Bilindiği üzere, mezkur yazar, “Çok satan, fakat az okunan yazar!” ünvanıyla maruftur. İç gıcıklayıcı iç çamaşırlar gibi kişinin mahrem arzularını kışkırtır ve bir tekstil ürünü gibi piyasaya kitap sunar. Çoğu zaman kitapları, nadide eserler rafında, seçkin kitapçılarda değil, marketlerde zeytinyağ tenekeleri ile Omo kutuları arasında, yani lâyık olduğu mekânda yer alır.
Yeni Hayat romanında da, edebî-felsefî yetersizliği apaçık ortadadır. Tek bir cümle ile, “Günün birinde bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti!”, tuzak cümlesiyle yakalar niteliksiz okuyucuyu? Ama ne hikmetse yine 300 sayfa boş lakırdı eder fakat, o okuduğu kitaptan bir paragraf, hatta bir çarpıcı cümlecik bile aktaramaz okuyucuya. Çünkü birikimi, ve felsefî altyapısı buna müsait değildir. O. Pamuk, bir meta üretir gibi kitap üretir, daha kitaba başlamadan reklamına başlar. Mesela gazetecileri arar ve benimle röportaj yapar mısın, der. Bu kadar saygın bir entelektüel onura da sahiptir anlayacağınız. Tabiî ki, anladınız. O, talebe göre, fason üretim yapar. Seri üretim yapar. Edebiyatın işportacısıdır.
Eğer âdil bir terazi olsa, O. Pamuk’un bütün yazdıkları, “Yüzün Yazıları” kitabının kırkta biri kadar gram çekmez. Hasetlik mi, hadi canım sen de! Böyle bir pazarlama organizasyonuna haset duyacak yüreği, kör kılıçla söker atarım göğsümdün. Mesele, Nobel almak meselesi değil, mesele adam olmak ve adam kalabilmek meselesidir.
O. Pamuk, onuruyla musalla taşına uzanmayı, dünyanın bütün ödüllerine tercih eden insanın, aşkın kimliğinden nasipsiz, ‘orta malı’ bir kimliktir.
ÜLKENİ KÖTÜLE NOBELİ AL
Nobel’in ülkesini kötüleyenlere verildiğini artık sağır sultanlar bile biliyor. Kültürü ile çatışanlara verildiğini tinerci çocuklar bile biliyor. Öyleyse neye sevinecekmişiz? Ermenilerle, Ermeni’den daha “Ermeni” olanlar sevinsin! Biz Nobel’i değil, onuru tercih eden insanlarız. Varsın birileri kendi kuru balçıktan yaptığı heykelciğe tapınmaya devam etsin.
Asırlık çınar, Fazıl Hüsnü Dağlarca bile feveran ediyorsa, yerli bir Marksist yazar bile, “Bu ödülden sevinç değil, utanç duyuyorum!” diyorsa işin gerçeği apaçık orta demektir.
Demek ki, bu şartlar altında, gerçek bir Türk yazarı için, bu ödülü almak değil, almamak onurdur. Bu ülkenin gerçek aydını, “Bana ne Nobel’den!” diyebilen haysiyetli aydındır.
Netice-i kelâm, soğukkanlı olmaya çalışıyorum ama yine de, sevinmek, tebrik etmek gelmiyor içimden. Çünkü, bu ödül bir Türk yazarına değil, Türk’e hakaret eden, milletini karalayan, Taşnak komitacısı gibi davranan, Nobel komitesine ve Ermeni zihniyetine yaranmak için Türk’ü kötüleyen bir şahsa verilmiştir. O adamın cüzdanında, T.C. yazıyor olması, onu Türk saymaya yetmez ki!
SAĞ SERMAYE İLE SOLCULUK YAPANLAR
Sağ sermaye ile solculuk yapan malum kalem, Ermeni sempozyumunda konuşmak üzere iken, Türk vatandaşları tarafından yumurta yağmuruna tutulan mezkur Cengiz Çandar, fikirleriyle dünyayı sarsan J.P. Sartre için söylenen sözden mülhem, denklik kriterini es geçerek, artistik ve ideolojik yandaşlık duygusuyla, kargaların bile güleceği bir benzetme/kıyaslama yapmış ve “Orhan Pamuk, Türkiye’dir” diye buyurmuş. Pamuk’un, ülkesini içeriden hançerlemesine övgü diziyor ayrıca. Bu üslûp zaten bizce mâlum hazret! Yorma kendini. Vatanseverlerle vatan hainlerini ayrıt edecek irfanımız vardır, çok şükür... Evet, Türkiye’dir, fakat bir farkla, Türk düşmanlarının görmek istediği, parçalamak-parçalanmaktan beter köksüzleştirmek-piçleştirmek istediği Türkiye! Ermeni Komitacılarının hâyâlindeki Türkiye! Ne güzel söylemiş eskiler: “Dinime dahleden, bari müselmân olsa!”
Sosyal demokrat ve dahi ateşli bir liberal olan Toktamış Ateş de, yazma yeteneği biraz gelişmiş Ortaokul talebesinin gayet rahatlıkla yazabileceği vasat sözleri delil(!) göstererek, O. Pamuk’un büyük bir yazar olduğunu iddia ediyor, Bugün’deki yazısında. Vasatı, şaheser gibi göstermek, ya idraksizlikten, ya da ideolojik yandaşlıktan kaynaklanmaktadır. Anlaşılan Toktamış, pek kitap okumamış!
Bakınız, şahsiyetli bir Türk aydını olan Haluk Şahin epey bir zaman önce bu konuda nasıl isabetli bir ön görüde bulunmuş:
“Benim korkum şu: Orhan Pamuk, günün birinde, dilsizlik duvarını kırmış bir Türk yazarı olarak Nobel Edebiyat Ödülü'nü alsa bile, bu onun kalemin hakkıyla kazandığı bir başarı olarak değil, Türkiye düşmanı lobilerin çabalarının bir meyvesi olarak değerlendirilir. O zaman bu tarihi olay, dilini kullandığı, ruhunu yansıttığı, bir bakıma adına konuştuğu halk arasında sevinçle değil, üzüntüyle karşılanır. “
Aynen öyle oldu işte üstad! Ol hikâye bundan ibaret...
NOT: Utanç verici ilişkinin perde arkasını daha iyi kavramak için, Sayın Emin Çölaşan’ın dünkü Hürriyet’te yayınlanan (17 Ekim 2006) yazısını okumanızı tavsiye ederim.
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
FERİT ORHAN PAMUK
Ferit Orhan Pamuk Beyin (kimsenin bilmesini istemediği göbek adi Ferit'tir) ülkesine bu kadar muhalif olmasını hiç anlayamamışımdır. Hani
fakir ve hayatini zorluklar içinde geçirmiş birisi olsa belki anlayacağım ama Orhan Pamuk sülalece aristokrat tabakasına mensuptur ve bugün eleştirdiği devletin çok ekmeğini yemiştir. Mesela dedesi Cumhuriyetin ilk mühendislerindendir ve özellikle Atatürk, İnönü dönemlerinde yapilan demiryolu hamlesinde büyük ihaleler alıp kısa
zamanda zengin olmuştur. Oğulları bu koca servetin büyük kısmını sefahatle tüketseler de Orhan Pamuk'un zengin bir hayat sürmesine
yetecek kadar servet kalmıştır. Babası deseniz Türk özel sektörünün duayenlerinden Gündüz Pamuk. Amerikanın IBM şirketinin Türkiye'ye
atadığı ilk genel müdürlerden. 1959-1964 yılları arasında IBM firmasının tüm devlet birimlerine ve silahlı kuvvetlere sattığı cihazları
pazarlayan kişi. 1964 yılından sonra Koç Holding'de Aygaz Genel Müdürlüğü, Koç Holding Plan Grubu Başkanlığı, Arçelik müdürlüğü yapmış ayrıldıktan sonra iki senede PETKİM'in başında bulunmuştur. Yani Orhan Pamuk'un babası Türkiye'nin başarılı özel sektör yöneticilerinden biri.
Bu kadar da değil Gündüz Pamuk İsmet Paşa'nın yakın dostudur ve SODEP'in kurucularındandır. Kısacası Pamuk ailesi dönemlerinde zengin oldukları Halk Partisi’ne büyük bir sadakatle bağlı. Anne tarafı deseniz o da aristokrat. Anne tarafından büyük dedesi 1700'lü yıllarda Girit Valiliği
yapmış İbrahim Paşa. İbrahim paşa geniş torun yelpazesine sahip ve bu kanaldan Orhan Pamuk'un ilginç akrabaları var. Mesela Hürriyet
Gazetesinde edebiyat yazıları yazan papyonlu Doğan Hızlan ve eski İş Bankası genel müdürü Ferit Basmacı Orhan Pamuk'la uzaktan akraba.
Karısı Aylin Pamuk bile aristokrat. Aylin hanımın anne tarafı Beyaz Rusya'dan göç etmiş ve daha sonra Osmanlı hizmetine girmiş bir Rus soylusuna dayanmakta. Babası ise Osmanlı Adliye Nazırı Kazım Beyin oğlu.
Kısacası sevgili dostlar bugün Türkiye'deki sisteme binlerce eleştiri yağdıran Orhan Pamuk bu eleştirileri yapacak en son kişidir çünkü
Osmanlıdan beri bu ülkeyi yöneten aristokrasinin tam bir üyesi kendileri. Peki Orhan Pamuk'ta oluşan bu sistem düşmanlığı nereden kaynaklanıyor ve acaba "yapay" bir düşmanlık mı sorularına cevap
arayalım. Orhan Pamuk'un hayatının ilk evrelerine baktığımız zaman koca bir başarısızlık olduğunu görüyoruz. 30 yaşına kadar iki okul
değiştirmiş ve sırf askerliğini kısa dönem yapmak için Gazetecilik okumuş bir insan. İlk başlarda ressam olmak isterken sonra yazarlığa
sarıyor. Yıllarca evinin odasına kapanarak ödüller alan ama kimsenin para vermek istemediği romanlar yazıyor. Tam artık buraya kadarmış
aşamasına geldiği anda sihirli bir değnek değmiş gibi Orhan Pamuk'un kitapları satmaya ve yurtdışında tanınmaya başlıyor. Peki bu sihirli
değnek acaba nerede değmiş olabilir. Benim kanaatimce bu değneğin izini Amerika'da sürmek lazımdır. Amerika'ya gitmeden önce Orhan Pamuk üzerinde derin etkileri olduğu anlaşılan birisinden bahsetmek lazım. Bu kişi Orhan Pamuk'un erkek kardeşi Şevket Pamuk. Şevket Pamuk, Orhan Pamuğun ilk dönemlerinin aksine oldukça başarılı bir insan. Amerika'da Yale, Berkeley gibi sağlam üniversitelerde ekonomi okuduktan sonra Türkiye'de bir çok üniversitede ders veren Şevket Pamuk Osmanlı ekonomisi üzerinde tanınmış bir uzman. Kendisi pek çok yabancı üniversitede Osmanlı ve Türkiye ekonomisi üzerine dersler vermiş. Bu üniversitelerden en ilginci Israil'de bulunan Negev Ben Gurion üniversitesi. İsmini İsrail'in ilk başbakanı, İsrail'in kurucularından ve
hatta anarşik faaliyetleri yüzünden Osmanlı tarafından Filistin'den kovulacak kadar fanatik siyonist olan David Ben Gurion’dan almıştır.
Üniversitenin derslerini MOSSAD'ın da ilgiyle takip edip raporlar hazırlattığı bir "Ortadoğu Çalışmaları" bölümü bulunmakta. Işte sayın
Şevket Pamuk böylesine kaliteli bir bölümde ders verebilecek kadar yetenekli bir ekonomi uzmanımız. Ben Gurion üniversitesinin başında 14
sene Dünya Bankasında çalışmış ve daha sonra bu başarılarından ötürü Rotary ve Lions klüplerinin 2000 yılının adamı olarak seçtikleri
Prof. Avishay Braverman bulunmakta. Böylesine başarılı bir ekonomistin yönettiği üniversitede ekonomi dersi vermenin önemini anlamışsınızdır.
İşte Orhan Pamuk'un kardeşi Şevket Pamuk bu kadar değerli bir hocamız.
Evet biz Orhan Pamuk'un Amerika yolculuğuna dönelim gene. 1985-1988 arasında tam uç sene Amerika'da kaldı Orhan Pamuk. Bu dönemde Amerika'da harıl harıl kitap yazmanın dışında çok önemli bir kursuda başarıyla bitirdi. Bu kurs Iowa üniversitesi bünyesinde verilen International Writing Program (IWP) isimli çok ilginç bir kurs. Kursun amacı dünyanın değişik bölgelerinden gelen ve kendilerinde potansiyel görülen yazarların Amerikan hayatını tanımaları ve kitaplarını yazabilecek güzel bir ortama kavuşmaları.
Bu "iyiliksever"programın bünyesinde her sene 20 kadar yazar ağırlanıyor. İşte Orhan Pamuk'un bu kurstan sonra hayatı değişti. Yani onun deyimiyle "Bir kursa gitti hayatı değişti".Bu arada kurstan 2004 senesinde mezun olan bir başka Türkün ismi de Mahir Öztaş aklınızda bulunsun çünkü geleceği parlak. İnsan düşünmeden edemiyor bu üniversite bu kadar insanı çağırıp onları aylarca yedirip içirecek ve ağırlayacak parayı nereden buluyor diye. Cevabı basit. Bu yazar eğitim kursu programının baş sponsoru Amerikan Dışişleri Bakanlığı.
Orhan Pamuk'un şansı Amerika'da bundan sonra oldukça açılıyor. Baktığımız zaman Orhan Pamuk'un Amerika'da basılan kitaplarının tamamına yakını aynı yayınevinden çıkmış. Bu yayınevi Random House. Yayınevinin sahipleriyse dünyaca ünlü Alman Bertelsmann Yayıncılık. Bertelsman’ın kurucusu ve şu anda emekli hayatı süren dünyanın en zenginlerinden Reinhard Mohn da sihirli değnek örneklerinden. Bay Mohn İkinci Dünya Savaşı’nda general Rommelin Afrikakorps birliğinde asteğmen olarak savaşıyor. Burada Amerikalılara esir düşerek Kansas’da bir esir kampına tıkılıyor. O zamana kadar kitaplara ilgi duymayan Mohn biranda kitap sever oluveriyor. Savaştan sonra komünizm tehdidi altındaki ülkesine dönen Mohn aniden bir yayınevi açarak ilahi kitapları ve dini kitaplar basmaya başlıyor. İşte Bertelsmanın kuruluşu böylesine mütevazı. 1991 senesinde emekli olduğu zaman Bertelsmann dünyanın en büyük yayıncılarından ve kendiside karun kadar zengin. Bu Amerikalılar asteğmen Mohna esir kampında ne yedird ilerse adam başarının sırrını buluveriyor bir anda. Bertelsmanın bir diğer ilginç özelliği Doğan Holdingle 2001 senesinde Müzik piyasasına yönelik bir ortaklığa gitmeleri. Bu ortaklığın tüm görüşmeleri bizzat Aydın Doğan'ın kızı
Hanzade tarafından yapıldı. Buna göre şu an Türkiye'de yayınlanan pek çok yabancı müzik albümü hep bu ortaklığın sayesinde Türkiye'ye
ulaşıyor. İşte bu büyük grup Orhan Pamuk'u çok sevmiş olacak ki tüm kitaplarını satsa da satmasa da ısrarla onlar basıyorlar.
Orhan Pamuk'un en büyük başarılarından biride dünyaca ünlü IMPAC Dublin ödülünü almış olması. Bu ödül öylesine basit bir plaket değil tabii ki çünkü ödül jürisi "Benim adım Kırmızı" kitabını öylesine beğenmiş ki birde hediyesi olarak 115 bin dolar vermişler. Peki bir Türk yazarına
kendisiyle aynı mesleği yapan çoğu meslektaşının hayatları boyunca bir arada göremeyeceği meblağı veren kurumun arkasındaki güç kim. Bu şirket ödüle ismini veren IMPAC şirketi. IMPAC tüm dünyada yaygın yönetim danışmanlığı hizmetleri veren bir Amerikan şirketi. Yönetim danışmanlığı adı altında güzel istihbarat hizmetleri verdiği de bilinir. Şirketin başındaki Dr James Irwin İrlanda'yı ve kitapları çok sevdiği için böylesine güzel bir ödül ortaya çıkarmış ve her sene başarılı bir yazara
bu ödül veriliyor. Edebiyatsever dostumuz bay Irwin çok da aktif birisi.
Kendisi Amerikanın önde gelen Cumhuriyetçilerinden ve Amerikan ordusuyla arası harika. O kadar harika ki Amerikan Askeri akademisi West Pointden üstün hizmet ödülü almış. Orhan Pamuk'a verilen ödülün sponsoru bay James Irwin "International Democratic Union" derneğinin de baş üyesi ve muhasebecisi. Bu dernek dünya çapındaki merkez sağ partileri bir araya getirmek için kurulmuş. Kurucuları arasında Ronald Reagan, Margaret Thatcher, Baba George Bush, Helmut Kohl ve Jack Chirac gibi önemli isimlerde bulunmakta. Derneğin Türkiye'den de iki üyesi var. Bunlar Anavatan Partisi ve Doğru Yol Partisi. Derneğin şu anki başkanı Avustralya'nın Amerikan yanlısı başbakanı John Howard. James Irwin bunun dışında Washintonda bulunan "Center for Democracy" derneğinin de üyesi.
Tüm dünyaya Amerikan demokrasisi getirme amacındaki bu derneğin en ilginç siması artık hepimizin tanıdığı Henry Kissinger. Kissinger dendi
mi o demokrasinin nasıl geleceğini hepiniz tahmin edersiniz herhalde. Orhan Pamuk'un otuz yaşlarına kadar odasından çıkmayan biri olarak çok
büyük aşamalar kaydettiği büyük bir gerçek. Şu anda kazandığı ünün ve paranın keyfini çıkarmakla meşgul. Taksim meydanına yakın ve muhteşem boğaz manzaralı teras katında yeni eserleriyle uğraşiyor. Duvarlarında Japon edebiyatına kadar tasnif edilmiş yüzlerce kitap bulunan lüks dairesini sadece çalışma amaçlı kullanıyor ve bazen de yakın dostlarıyla yemek yiyor. Bu eve sık sık gelen yakın dostlardan biride Yahudi asıllı Amerikan gazetecisi Jeri Liber’di. Bu şahsiyeti hafızası güçlü okurlar hatırlayacaklardır. Kurucusu olduğu insan hakları izleme komitesini temsilen Türkiye'deki insan hakları ihlallerini konu alan bir rapor yazmıştı. Sonra bu rapor kitap haline de dönüştürüldü. Bu raporda Türk ordusunun Kürtlere katliam yaptığını iddia edilmiş ve Türk ordusuna açıkça "serseriler" diye hitapta bulunulmuştu Bu kitabın çevirisini
yapan Ertuğrul Kürkçü ve Ayşe Nur Zarakoğlu hakkında dava açılınca Jeri Liber onlara destek vermek için hemen Türkiye'ye gelerek mahkemelere
katılmıştı. Herhalde Sayın Orhan Pamuk’un fikirlerinin oluşmasında Jeri Liberle özel teras katında yap tığı yemekli sohbetlerin büyük etkisi
olmuştur.
Evet sevgili dostlar uzun bir yazının sonuna geldik. Keşke Orhan Pamuk gibi yazarlarımız bu şekilde açıklamalar yapmasa da bizde
edebiyatçılarımızla ilgili böyle uzun yazılar yazmasak. Bu arada yazıyı yazarken sabahı etmişiz gene ve dışarıdan kuş sesleri geliyor. "Kuş
sesleri" çok güzel ama her "kuşun" sesi değil tabii ki.
- - - - - - - -
Farklı bir kaynaktan derlenen biyografisi:
Orhan Pamuk 1952'de İstanbul'da doğdu. Cevdet Bey ve Oğulları ve Kara Kitap adlı romanlarında anlattığına benzer kalabalık bir ailede ve şehrin Batılılaşmış ve zengin semti Nişantaşı'nda büyüyüp yetişti. Otobiyografik kitabı İstanbul'da anlattığı gibi Pamuk çocukluğundan yirmi iki yaşına kadar yoğun bir şekilde resim yaparak ve ileride ressam olacağını düşleyerek yaşadı. Liseyi İstanbul'daki Amerikan lisesi Robert College'de okudu. İstanbul Teknik Üniversitesi'nde üç yıl mimarlık okuduktan sonra, mimar ve ressam olmayacağına karar verip bıraktı. İstanbul Üniversitesi'nde gazetecilik okudu, ama bu işi de hiç yapmadı. Pamuk, yirmi üç yaşından sonra romancı olmaya karar vererek başka her şeyi bıraktı ve kendini evine kapatıp yazmaya başladı.
İlk romanı Cevdet Bey ve Oğulları yedi yıl sonra 1982'de yayımlandı. İstanbullu zengin ve Pamuk gibi Nişantaşı'nda yaşayan bir ailenin üç kuşaklık hikâyesi olan bu roman Orhan Kemal ve Milliyet roman ödülleri aldı. Pamuk ertesi yıl Sessiz Ev adlı romanını yayımladı ve bu kitabın Fransızca çevirisiyle 1991 Prix de la découverte européene'i kazandı. Venedikli bir köle ile bir Osmanlı alimi arasındaki gerilimi ve dostluğu anlatan romanı Beyaz Kale (1985), 1990'dan sonra da başta İngilizce olmak üzeri pek çok dilde yayımlanarak Pamuk'a uluslararası ilk ününü sağladı. Aynı yıl Pamuk karısıyla Amerika'ya gitti ve 1985-88 arasında New York'ta Columbia Üniversitesi'nde "misafir alim" olarak bulundu. Büyük bir çoğunluğunu burada yazdığı ve İstanbul'un sokaklarını, geçmişini, kimyasını ve dokusunu, kayıp karısını arayan bir avukat aracılığıyla anlatan Kara Kitap adlı romanı 1990'da Türkiye'de yayımladı. Fransızca çevirisiyle Prix France Culture (ödülünü) kazanan bu roman hem popüler hem de deneysel olabilen, geçmişten ve bugünden aynı heyecanla söz edebilen bir yazar olarak Pamuk'un ününü hem Türkiye'de, hem de yurt dışında genişletti. 1991'de, Pamuk'un Rüya adını verdiği bir kızı oldu. Aynı yıl Kara Kitap'taki bir sayfalık bir hikâyeden senaryolaştırdığı Gizli Yüz filme çekildi.
1994'te Türkiye'de yayımlanan ve esrarengiz bir kitaptan etkilenen üniversiteli gençleri hikâye ettiği Yeni Hayat adlı romanı Türk edebiyatının en çok okunan kitaplarından biridir. Pamuk'un Osmanlı ve İran nakkaşlarını ve Batı dışındaki dünyanın görme ve resmetme biçimlerini bir aşk ve aile romanının entrikasıyla hikâye ettiği Benim Adım Kırmızı adlı romanı 1998'de yayımladı. Bu kitapla Fransa'da Prix Du Meilleur Livre Etranger, İtalya'da Grinzane Cavour (2002) ve International Impac-Dublin ödülünü (2003) kazandı.
1990'ların ortasından itibaren Pamuk insan hakları, düşünce özgürlüğü konularında yazdığı makalelerle Türk devletine karşı eleştirel bir tutum aldı, ama siyaset ile fazla ilgilenmedi. "İlk ve son siyasi romanım" dediği Kar adlı kitabını 2002'de yayımladı. Doğu Anadoludaki Kars şehrinde, siyasal islâmcılar, askerler, laikler, Kürt ve Türk milliyetçileri arasındaki şiddeti ve gerilimi hikâye eden bu kitap ile yeni tarz bir "siyasal roman" yazmayı denedi. Uluslararası ve Türk gazete ve dergilerine yazdığı edebi ve kültürel makalelerle, kendi özel not defterlerinden yaptığı geniş bir seçmeyi Pamuk 1999 yılında Öteki Renkler adıyla yayımladı.
Pamuk'un 2003 yılında yayımladığı son kitabının adı İstanbul'dur. Yazarın hem yirmi iki yaşına kadar olan hatıralarından, hem de İstanbul şehri üzerine bir deneme olan ve yazarın kendi kişisel albümüyle, Batılı ressamların ve yerli fotoğrafçıların eserleriyle zenginleştirilmiş bu şiirsel kitabı sınıflamak zordur.
Orhan Pamuk New York'ta geçirdiği üç yıl dışında, bütün hayatını İstanbul'da aynı sokaklarda, aynı semtlerde geçirdi. Şimdi de doğduğu, binada yaşıyor. Otuz yıldır roman yazan Pamuk yazarlıktan başka hiçbir iş yapmadı. Orhan Pamuk'un kitapları, en son Benim Adım Kırmızı'nın Japonca yayımlanmasıyla birlikte otuz dört dile çevrildi.
Orhan Pamuk'un son romanı Kar, New York Times Book Review tarafından 2004 yılının en iyi 10 kitabından biri seçildi.
İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi tarafından her yıl verilen Nobel Edebiyat Ödülünün bu yılki (2006) sahibi Orhan Pamuk oldu. Orhan Pamuk'a 12 Ekim 2006 tarihinde verilen ödülün aynı gün Fransa Meclisinde kabul edilen 'Ermeni soykırımı'nın inkarının suç sayılmasınıkabul edenyasayı kabul etmesinin aynı güne denk gelmesi tartışmalara neden oldu.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.