Osmanlı Devleti - Bilgiler
08/12/2009 20:17
On üçüncü yüzyılın sonlarından, 20. yüzyılın başlarına kadar varlığını sürdürmüş olan Türk devleti. En olgun döneminde Cezayir, Tunus, Trablusgarp, Mısır, Arabistan, Filistin, Suriye, Irak, Anadolu, Kafkasya, Kırım, Eflâk, Buğdan, Erdel, Sırbistan, Yunanistan, Bulgaristan ve Akdeniz'deki birçok adayı içine alan yaklaşık 20 milyon kilometre karelik büyük bir devletti. Ayrıca bir dönem, Akdeniz, Karadeniz ve Kızıldeniz Osmanlı Gölü hâline getirilmişti. Adını, kurucusu Osman Bey'den alan Osmanlı Devleti, tarihteki Türk-İslâm devletlerinin en güçlü ve en uzun ömürlü olanıdır. Osmanlı Devleti, yaklaşık 600 yıl boyunca siyasal bağımsızlığını en zor koşullarda bile yitirmeden 20. yüzyıla değin ayakta kalmış ve modern Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulduğu toprakları ana vatanı olarak benimsemiştir.

Oğuzların Kayı boyu, 9. yüzyıldan itibaren Ceyhun Nehri'ni geçerek İran içlerine geldi. Horasan ve Merv gibi şehirlere yerleşen Kayılar, Moğolların saldırıları karşısında yerleştikleri bölgeleri bırakarak, Azerbaycan ve Doğu Anadolu'ya göç ettiler. Bu sırada Kayı Boyu'nun başında Ertuğrul Gazi bulunuyordu. Kayılar, 1231 yılında önce Erzincan'a, daha sonra da Anadolu Selçuklu Devleti Sultanı Alâeddin'in kendilerine ıkta (arazi) olarak verdiği Söğüt ve Domaniç'e yerleştiler. Bu dönemde, diğer Anadolu beylikleri birbirleriyle mücadele ederken Osman Bey, Bizans'la savaşmaya başladı. Çevresindeki Samsa Çavuş, Konuralp, Akçakoca, Aykut Alp, Abdurrahman Gazi gibi cesur komutanlarla birlikte fetih hareketini başlatan Osman Gazi; kısa sürede İnönü, Eskişehir, Karacahisar, Yarhisar, İnegöl ve Bilecik'i zaptetti. Bölgenin ve Bizans'ın içinde bulunduğu durumdan yararlanan Osman Beyin kuvvetleri, Bursa önüne kadar akınlarda bulunuyordu. Osman Gazi; Lefke, Mekece, Akhisar, Geyve ve Leblebici kalelerinin fethinden sonra, askeri birliklerin başına oğlu Orhan Gazi'yi getirdi (1320). Osman Gazi, bundan sonra ölümüne kadar, devlet örgütlenmesiyle ilgili konularla meşgul oldu. Osman Bey, 1326 yılında öldü. Bu sırada Bursa Osmanlıların eline geçti. Bursa'nın alınmasından sonra, beylik merkezi buraya taşındı ve kente yeni binalar yapıldı.

Bu dönemde Anadolu Selçuklu Devleti, Anadolu topraklarında egemenliğini yitirmişti. Anadolu'nun pek çok kentini yakıp yıkan Moğolların etkisi hâlâ hissediliyordu. Ancak, Selçuklulardan kalan önemli kültürel birikimler de vardı. Osmanlı Devleti, Selçukluların kültürel mirasını üstlenerek dil, din, abece gibi Selçuklulara ait kültürel birikimlerin tümünü kısa sürede benimsedi. Edebâli, Dâvüd-ı Kayseri, Dursun Fakih gibi devlet büyükleri de Osmanlı topraklarına gelerek siyaset ve kültür faaliyetlerinin gelişmesine katkıda bulundular.

Bu dönemden itibaren Osmanlı Devleti hızla gelişmeye başladı. Osmanlı fetihleri yalnız kılıçla değil; daha çok uzlaştırıcı ve barışçıl bir politika sonucunda gerçekleşti. Osmanlı yönetimi Müslüman olmayan kişilere can ve mal güvenliği ve kendi dinlerinde serbestlik tanıyordu. Bu koşullar bir süre sonra onların İslâmiyet'i kabul etmesine yol açtı. Çoğu kez şehir ve kasabalar ya da geniş bölgeler bu durumun sonucu olarak kendiliklerinden Osmanlı egemenliği altına geçiyorlardı. Ayrıca Osmanlılar Anadolu'da yaşayan Hristiyan toplulukları egemenlikleri altına alırken yaşam tarzlarını sürdürmelerine izin veriyordu. Osmanlılar bu hoşgörüyü Rumeli'de daha geniş bir şekilde uyguladılar. Böylece, bir uçtan bir uca Hristiyanlarla dolu olan Balkan Yarımadası halkı, Osmanlı idaresini kısa sürede benimsedi. Ayrıca Osmanlılar, fethettikleri bölgelerde kısa sürede bilimsel ve sosyal kurumlar inşa ettiler. Bu nedenle, bu bölgelerde yaşayan yerli halk, kendilerine sunulan hizmetlerden büyük memnuniyet duyuyordu. O dönemde Hristiyan dünyasında Yahudi düşmanlığı ve Engizisyon soruşturmaları devam ediyordu; ancak Hristiyan ve Müslümanlar, Osmanlıların idaresi altında uyum içinde yaşıyorlardı.

Orhan Bey zamanında Rumeli'ye geçilmiş, Balkanlara doğru ilerlemeye başlanmıştı. Bundan endişelenen Balkan ülkeleri ve Bizanslılar yeni Haçlı seferleri düzenlemeye hazırlandılar. Osmanlıların Edirne'yi fethetmeleri (1363), onlara Balkan fetihlerinin yolunu açmıştı. Birçok savaştan sonra, Balkan topraklarının büyük bir kısmı fethedildi. Orhan Bey, Osmanlı Devleti'ni sağlam temeller üzerine oturttuktan sonra, 81 yaşında Bursa'da öldü. Aldığı yerlerde; özellikle Bursa'da birçok cami, medrese, han gibi eserler yaptıran Orhan Gazi; ilk Osmanlı sikkesini bastıran padişah olarak da tarihe geçmiştir. Orhan Beyden sonra oğlu I. Murat (Murat Hüdâvendigar) tahta geçti. I. Murat'tan sonra tahta geçen Bayezit zamanında da Anadolu topraklarına daha çok önem verilmiş, yapılan savaşlarla tüm Anadolu toprakları Osmanlıların eline geçmişti. Osmanlıların en büyük hayali İstanbul'u almaktı. Bu hayal II. Mehmet zamanında gerçekleşecekti. Yıldırım Bayezit'in 1402 yılındaki Ankara Savaşı sonucunda Timur'a yenilmesiyle Anadolu'daki Türk birliği dağılma tehlikesi geçirdi. Yıldırım Bayezit'i esir alan Timur, yaklaşık 7 ay boyunca gittiği her yere, onu tutsak olarak yanında götürdü. Bu duruma daha fazla dayanamayan Yıldırım Bayezit, bir süre sonra öldü.

Ankara Savaşı'nın kaybedilmesinden sonra, Osmanlı Devleti'nde "Fetret Devri" adı verilen bir karışıklık dönemi yaşandı. 14 yıl süren bu dönem I. Mehmet (Çelebi Mehmet)'in tahta çıkmasıyla sona erdi. Osmanlı Devleti, Fetret Devri boyunca güçlü siyasal örgütlenme sistemi sayesinde yıkılmadı. Osmanlı Devleti'nin kuruluş dönemi Fatih Sultan Mehmet dönemine kadar sürdü. Fatih Sultan Mehmet'in 1453 yılında İstanbul'u alması, bazı tarihçiler tarafından Yeni Çağın başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Bundan sonra batıya yönelen Osmanlılar, yaptıkları savaşlarda galibiyetler kazanarak, birçok ada ve ülkeyi fethettiler. Osmanlı Devleti bu yeni fetihlerle topraklarını daha da genişletti. Amasra fethedilmiş (1460), Candaroğlu Beyliği (1461), Trabzon Rum İmparatorluğu (1461) ve Karamanoğulları Beyliği (1466) alınmıştı. O dönemin en güçlü devletlerinden biri de Akkoyunlu Devleti'ydi. Bu devletle yapılan Otlukbeli Savaşı (1473) sonunda Akkoyunlu Devleti eski gücünü kaybetti. Yapılan deniz savaşları sonunda Ege adaları fethedildi, Kırım Hanlığı Osmanlı Devleti'ne bağlandı (1475). İtalya fethi yarım kaldı ve yalnızca Otranto kenti alınabildi (1480). Osmanlıların Memlüklerle ilişkileri uzun bir süre dostça devam ettiyse de, Hicaz su yolları ve Dulkadiroğulları Beyliği'nden dolayı bozuldu. Bu nedenle 1485 yılında başlayan savaşlar sonucunda pek bir şey elde edilemedi. Bu arada İran'da iç savaş başlamıştı. Şah İsmail Anadolu topraklarında propagandalar yaparak halkı kışkırtıyordu. II. Bayezit döneminde olan bu olaylar yüzünden babalarının politikalarını beğenmeyen oğullarının arasını açmış, taht kavgaları başlamıştı. Yavuz Sultan Selim'in tahta çıkmasıyla bu kavgalar son buldu. Yavuz ilk iş olarak İran'a sefer düzenledi. Yapılan Çaldıran Savaşı (1514) sonunda Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri Osmanlıların egemenliği altına alınmıştı. Bundan sonra Mısır'a sefer düzenlenmiş, yapılan Mercidabık Savaşı (1516) ile de Memlükler kesin olarak yenilmişler ve Osmanlılara Suriye kapıları açılmıştı.

Mısır Seferi sonucunda elde edilen başarılar sonucunda, Yavuz Sultan Selim kutsal emanetleri alarak halife oldu. Bu dönemden sonra Osmanlı padişahları aynı zamanda halife unvanını da taşıdılar. Yavuz'dan sonra başa geçen Kanuni Sultan Süleyman zamanında birçok kanun çıkartılarak toplum yaşamı düzenlendi, çok büyük başarılar elde edildi.Osmanlı Devleti'nin yükselişi Kanuni Sultan Süleyman dönemine kadar sürdü. Kanuni, bizzat ordusunun başında çıktığı on üç büyük sefer sonunda, babasından devraldığı toprakları yaklaşık iki katına çıkarmayı başardı. Kanuni'nin yaşadığı asır, dünya tarihine Türk asrı olarak geçti. 46 yıllık saltanatının büyük bölümünü saraylarda değil, savaş meydanlarında geçirdi. Kanuni zamanında Macaristan'a seferler düzenlendi ve Belgrad fethedildi (1512). Daha sonra Mohaç Meydan Savaşı (1526) ile Macaristan fethedildi. Bu fetihten sonra Türkler Avusturya ile karşı karşıya geldiler. Yapılan savaşlar sonunda barış imzalandı ve Macaristan Osmanlılarda kaldı. Ancak Kanuni Sultan Süleyman bu savaş sırasında öldü. Kanuni Avrupa'da oluşan Haçlı birliğini parçalamak için Fransa'yı kendi tarafına çekmek istiyordu. Bu nedenle Fransa'ya kapitülâsyon adı verilen çeşitli ayrıcalıklar tanındı. Buna göre Fransa Osmanlı topraklarında kara ve deniz ticareti yapabilecek ve onlardan daha az vergi alınacaktı. Haçlı birliğini bozmak amacıyla verilen bu ayrıcalıklar daha sonra birçok ülkeye verilecek ve zamanla Osmanlı ekonomisine çok büyük zararlar verecekti. Bu kapitülâsyonlar 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması'yla kaldırıldı. Kanuni döneminde ayrıca birçok deniz seferi düzenlenmişti. Bunun sonunda Rodos (1522), Cezayir (1533) alınmış, Preveze Deniz Savaşı (27 Eylül 1538) ile Akdeniz Türk denizi hâline gelmiştir. Günümüzde Preveze Savaşı'nın yıl dönümünde, 27 Eylül Türk Denizcilik Günü olarak kutlanmaktadır. Cerbe Savaşı (1551) ile Trablusgarp fethedildi. Daha sonra yapılan pek çok savaşla Osmanlı Devleti gücünü artırdı. Kanuni devrinin parlaklığı, yalnızca fetihlerden ibaret değildi. Bu dönemde; Bâki, Fuzuli, Mimar Sinan, Barbaros Hayreddin Paşa, Seydi Ali Reis, Piri Reis ve Turgut Reis gibi sanatçı ve bilim adamları yetişti.

Osmanlı Devleti, 17. yüzyıldan itibaren duraklama dönemine girdi. On beşinci ve on altıncı yüzyıllarda Avrupa'da yeni coğrafi keşifler yapılıyor, yeni buluşlar gerçekleşiyor ve Reform- Rönesans hareketleri hızla ilerliyordu. Bu dönemde Hristiyan ülkelerini tehdit edebilecek tek ülke Osmanlı Devleti idi. Ancak İran'daki ayaklanmalar, Anadolu'da yer yer çıkan iç huzursuzluklar, Mısır ve Suriye tarafındaki fetih hareketleri gibi birçok doğu sorunu yüzünden, Türkler Avrupa'daki parçalanmışlıktan yararlanamadılar. Yapılan yeni coğrafi keşifler Osmanlı Devleti'ni olumsuz etkilemişti. Yeni bulunan ülkelerin altın ve gümüş kaynakları Avrupa'ya getirildi, Osmanlıların elinde bulunan Baharat ve İpek yolları eski önemini yitirdi. Zenginleşen Avrupalılar, bilim, kültür ve sanat hareketlerinde önemli atılımlarda bulundular. Reform ve Rönesans hareketleri Hristiyan dünyasında yeni ufukların açılmasına neden oldu. Ancak Osmanlılar bu buluş ve yeniliklerle yeterince ilgilenmediler. Osmanlı Devleti kuruluşundan 16. yüzyılın sonuna kadar sürekli bir ilerleme ve gelişme içinde olmuştu. Üç kıt'aya yayılan ülke, en geniş sınırlarına ulaşmıştı. Ancak bu yüzyılın sonlarından itibaren duraklama sürecine girdi ve bu süreç, 17. yüzyıl boyunca da devam etti. Duraklamanın en önemli nedenleri arasında; yönetimdeki bozukluklar, ordu ve donanmanın bozulması, ekonomik ve sosyal hayatın bozulması gösterilebilir. Dış nedenler olarak da, Osmanlı Devleti'nin doğal sınırlara kavuşması, Avrupa devletlerinin Osmanlılara karşı birleşmesi ve Osmanlıların Avrupa'da olan ilerlemelere ayak uyduramaması sayılabilir. Ayrıca 1789 Fransız Devrimi sonucunda tüm dünyada oluşan milliyetçilik hareketleri, Osmanlı Devleti içerisinde yaşayan çok sayıda milletin ayaklanmasına yol açtı. Bazı Osmanlı padişahları, çöküşü engellemek için çeşitli yenilik hareketleri uygulamaya çalıştılar, askeri, teknik ve yönetim alanlarında yeni düzenlemelere gittiler; fakat bu iyileşme hareketleri sonuç vermedi. Yenilik hareketlerinin devamı olarak, demokratikleşme amacıyla 1876'da I. Meşrutiyet, 1908'de ise II. Meşrutiyet ilân edildi. Tüm bu çabalar, Osmanlı Devleti'ni eski gücüne kavuşturamadı. Trablusgarp ve Balkan savaşlarında büyük toprak kayıpları yaşayan Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı'na girmek zorunda kaldı.

Yirminci yüzyılın başlarında Avrupa'da, ekonomik ve ulusal çıkarlar nedeniyle iki ayrı gruba ayrılmış devletler vardı. Birinci grupta, Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya'dan oluşan İttifak Devletleri bulunmaktaydı. Birinci Dünya Savaşı başladıktan sonra, Osmanlı Devleti ve Bulgaristan da bu gruba katıldı. İtalya, savaş başladıktan sonra taraf değiştirerek İtilâf Devletlerinin yanına geçti. İkinci grupta ise İngiltere, Fransa ve Rusya kendi içlerinde İtilâf Devletleri grubunu kurmuştu. Bu gruba daha sonra Sırbistan, Romanya, Yunanistan, Japonya, İtalya ve Amerika Birleşik Devletleri katıldı. Birinci Dünya Savaşı'nda İttifak Devletlerinin yanında yer alan ve İtilâf Devletleri'ne karşı savaşan Osmanlı Devleti savaştan yenik olarak ayrıldı. Yenilgiye uğrayan Osmanlı Devleti, Mondros Ateşkes Anlaşması'nı imzaladı ve savaştan çekildi (30 Ekim 1918).

Mondros Ateşkes Anlaşması'nın imzalandığı sırada, Osmanlı Devleti çok sayıda cephede savaşmıştı. Türk halkı, art arda yaşanan savaşlarda yorgun düşmüştü. Savaş için yapılan harcamalardan dolayı, devletin ekonomisi de son derece kötü durumdaydı. Padişah ve ona bağlı olan hükümet, ülkenin çıkarlarını savunabilecek durumda değildi. Ayrıca, anlaşma gereği Osmanlı orduları dağıtılmıştı. Osmanlı toprakları tamamen savunmasız bir durumdaydı. İtilâf Devletleri bu durumu fırsat bilerek, ülkenin değişik bölgelerini hızla işgal ediyorlardı. İşte bu ortamda Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları Kurtuluş Savaşı'nı kazanarak yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kurdular. Osmanlı Devleti, 1923 yılında imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile fiilen sona erdi.

Osmanlı Devleti'nin Siyasi Yapısı

Osmanlı Devleti, Türk örf ve âdetleriyle İslâm dininin kurallarına göre yönetilen bir devletti. Tüm yetki padişahın elindeydi. Padişahlık babadan oğula geçerdi. Yavuz Sultan Selim zamanından sonra padişah aynı zamanda halife olmuştur. Padişahın emir ve buyruklarına "ferman" (Hattı Hümayun) denirdi. Padişahın görevleri; devleti yönetmek, ordulara komutanlık etmek ve gerektiğinde Divan'a başkanlık etmekti. Divan'a padişah adına sadrazam başkanlık ederdi. Padişah annelerine "valide", eşlerine de "haseki sultan" denirdi. Padişahların oturduğu ve devleti yönettikleri yere "saray" denirdi. Fatih Sultan Mehmet'ten sonra padişahlar Topkapı Sarayı'nda oturmaya başlamışlardır. Divan, ülke ve merkez teşkilâtının temeliydi. Sadrazam devlet ve memleket işlerini padişah adına yürütürdü. Vezirler, devlet işlerinde sadrazama yardım ederlerdi. Şeyhülislâm, devlet işlerinin din kurallarına (şeriata) uygun olup olmadığını denetlerdi. Kazaskerler, şeyhülislâmın yardımcılarıydı. Ülke gelir ve giderlerini belirlemek, bütçeyi hazırlamak defterdarların göreviydi. Defterdarlık aynı zamanda vergileri toplardı. Toplanan vergiler "aşar", "haraç" ve "cizye" denilen vergilerdi. Osmanlı padişahları kendi adlarına para bastırmışlardır. İlk altın para Fatih Sultan Mehmet zamanında bastırılmıştır. Paraların basıldığı yere "darphane" denirdi. Osmanlılarda ülke yönetim bakımından eyaletlere, eyaletler sancaklara, sancaklar kazalara, kazalar da köylere ayrılırdı. Osmanlı ordusu "kapıkulu askerleri", "tımarlı sipahiler" ve "akıncılar"dan oluşurdu. Kapıkulu askerleri ilk önce devşirme yoluyla Hristiyan çocukların acemi ocaklarında, Türk âdet ve göreneklerine göre yetiştirilmeleriyle alınırdı. Burada yetişen askerler yeniçeri ocağına girerdi. Yeniçeriler üç ayda bir maaş alırlardı. III. Murat zamanına kadar bu ocaklara sadece devşirme askerler alınırdı. Daha sonra birçok kişinin alınması, yeniçerilerin kanunsuz işler yapmaya başlamaları, bu ocağın bozulmasına neden olmuştur. Donanma da orduda önemli bir yer tutardı. Donanma komutanına "kaptanıderya" denirdi. Osmanlı hukukunun kaynağını "Örfi hukuk (Sultani hukuk) ve Şer'i hukuk (İslâmi hukuk) kuralları oluştururdu. Örfi hukuk kurallarını padişah koyardı. Şer'i hukuk kuralları ise şeyhülislâm tarafından konurdu. Osmanlılarda padişahların Şer'i konularda yargı yetkileri yoktu. Fakat kazasker atayabilir, kadıları denetleyebilirlerdi. Devletin önemli işleri için şeyhülislâmın fetvası alınırdı. Davalara kadı bakardı. Kadı aynı zamanda kazaları yöneten mülki amirdi.

Osmanlı Devleti'nin Sosyal Yapısı

Osmanlı Devleti, Müslüman Türkler tarafından kurulmuştur. Zamanla üç kıt'aya yayılan devlet topraklarında, Türk nüfusundan fazla, ayrı ırktan ve dinden insanlar bulunuyordu. Osmanlılarda bütün halka "reaya" denirdi. Osmanlı Devleti'nde halk dini yapı bakımından ikiye ayrılıyordu: Müslümanlar ve Müslüman olmayanlar (Hristiyan ve Museviler). Osmanlı toplumu genel olarak askeri sınıf ve reaya olarak ikiye ayrılırdı. Askeri sınıf, yöneticileri kapsardı. Reaya ise köylüler, şehirliler ve göçebelerden oluşurdu. Bunlar çeşitli mesleklere ayrılırlardı. Halkın büyük bir çoğunluğu tarımla uğraşırdı. Osmanlı Devleti'nde esnafların lonca teşkilâtları vardı. Her esnafın kayıtlı bulunduğu bir teşkilât (lonca) bulunuyordu. Loncalar bugünkü sendikalardı. Osmanlı Devleti'nde eğitim tekkeler, dergâhlar, zaviyeler ve medreseler tarafından yapılıyordu. Medreseler orta ve yüksek öğretim kurumlarıydı ve burada ağırlıklı olarak din dersleri veriliyordu. Türkçe ülkenin ortak dili idi. Kur'an dilinin kaynağı olması bakımından Arapça, edebiyat dili olarak da Farsça kullanılmıştır. Böylece Osmanlıca denilen bir çeşit dil ortaya çıkmıştır.

Önceki
Önceki Konu:
Osman, Hz.
Sonraki
Sonraki Konu:
Osmanlı Türkçesi

Yapılan Yorumlar

GaLaTaSaRaY
GaLaTaSaRaY22 Kasım 2015

Okuyamadim

Yorum Yapın

Güvenlik Kodu