Alm. Paleontologie, Fr. Paleontologie (f), İng. Paleontology. Dünyâ üzerinde jeolojik dönemlerde yaşıyan canlı varlıkların ve bitkilerin kalıntılarını inceleyen bir ilim dalı.
Paleontolojinin çalışma sahası toprak altında kalan hayvan ve bitki fosilleridir. Fosilin orijinal mânâsı kazılarda çıkarılan şey olmakla berâber şimdi, “şu andaki jeolojik devrin başlangıcından önce yaşayıp da kayaların arasında kalan bütün hayvan ve bitki izleri ve kalıntıları”fosil sayılmakta ve bu ilmin konusu olmaktadır. En geniş anlamda paleontoloji sâde hayvan ve bitki kalıntılarının kendilerini değil, onların tesirlerini ve izlerini de incelemektedir. Hattâ, en eski kayaların içinden çıkarılan grafit ve kireçtaşı gibi hayâtın bulunduğuna dâir dolaylı delillerle de ilgilenmektedir. Çünkü kireçtaşı ve karbonun organik bir vâsıta olmadan kayaların içine yerleştirilebileceği bilinmemektedir.
Ayrı bir ilim branşı olarak paleontolojinin başlangıcı, 19. yüzyılın başlarına kadar gitmektedir. 1834’te bu ilim dalına Ducrotay de Blainville ve Fischer Von Waldheim tarafından “Paleontoloji” adı verilmiştir. Önceleri fosillerin açıklanma gayretleri aşırı derecede tahmine dayanıyordu. Fosilleri, Allah tarafından veya şeytanlar tarafından insanın îmânını denemek için dünyaya yerleştirilen nesneler olarak kabul eden Johannes Beringer (1726) gerçek fosilleri olduğu gibi, öğrencileri tarafından şaka olarak onun bulabileceği yerlere gömülen pişirilmiş kil nümuneleri de fosil olarak anlatmıştır. Bunlardan önce 1500 yıllarında Leonardo da Vinci, İtalya’da bir kanaldan kazılarak çıkarılan ve bir zamanlar yaşamış olan canlıların kabuk kalıntıları olan fosilleri farketmişti; fakat bu düşünceye yaklaşık iki yüz yıl boyunca îtibar edilmedi.
İlk çalışmalarda fosiller, esas olarak nâdir bulunan ve merak uyandıran şeyler olarak ele alındı. Sonunda, fosillerin yaşayan hayvanlara uygun biçimde tasnif edilebileceği anlaşıldı. Bu gelişme, İsveçli Carl Von Linne’nin çalışması sonucu meydana geldi. Onun Systema Naturale adlı eseri hayvanların tasnifini ele alan ilk denemeydi. O kitabında birçok fosil şeklini tanımlamakta; biyoloji ve paleontolojideki modern tasnif ve terminolojinin temelini teşkil etmektedir.
Çalışma sahası toprak altı olan paleontoloji, 20. yüzyılda ilim dalları arasına girebilmiştir. İki sahada inceleme ve araştırma yapmaktadır:
1. Botanik Paleontoloji (Paleofitoloji): Bitkiler âleminin fosillerini inceleyerek eski çağlarda yetişen bitkiler hakkında bilgi verir. Paleobotanik olarak da bilinir.
2. Zoolojik Paleontoloji (Paleozooloji): Hayvan dünyâsının fosillerini ele alır. Geçmişle gelecek arasında bağ kurmaya ve bilgi vermeye çalışır.
Paleontoloji bu şekilde araştırmalarıyla yer ilmi olan jeolojiye de yardımcı olmaktadır. Bu şekilde yapılan araştırmalar neticesinde tam olarak zamânımıza kadar gelebilmiş fosil zincirine rastlamak mümkün değildir.
Paleontoloji ilminin ve bilginlerinin verdiği bilgilere göre her çeşit canlının kendi türü içinde değişebildiği, fakat bir canlının başka türe dönüşmediği kabul edilmektedir. Canlılarda paleontolojik devirlerde zamanla tekamül görülmekte, fakat bu değişmeler her türün kendi içinde olmaktadır.
Bugün paleontoloji mütehassısları, yâni ilk zamanda yaşamış canlıların iskeletlerini ve fosillerini inceleyenler, türlerin, fosillere göre, birdenbire yeryüzünde göründüklerini, aralarında geçiş forumlarının bulunmadığını açıklamaktadır. Mesela, Amerikalı Prof. T. D Gish, bir makâlesinde şöyle demektedir:
“Bütün jeolojik delillerden anlaşılan şudur ki, yeryüzünde hayat birdenbire ve çok kompleks yapıdaki canlılarla başlamıştır. Fosillerden elde edilen sonuçlar, Kambriyan devrindeki hayvanların kendilerinden daha aşağı yapılı organizmalardan değil, doğrudan kendi yapıları ile yeryüzünde göründüklerini ortaya koymaktadır. Bundan başka, büyük canlı grupları arasında geçiş formu olarak dikkate alınabilecek tek bir fosil dahi bulunamamıştır. Dolayısıyla mercanlar doğrudan mercan ve ahtapotlar da ahtapot olarak meydana gelmiştir.”
Fen Akademisi şeref nişanı sâhibi, Kanadalı meşhur Jeolog Dr. W. Bell Dawson da, fosillerle alâkalı olarak şunları söylemektedir:
“Her bir canlı, dünyâda belirişinden bu yana, değişmeden devâm edip gelmiştir. İstiridyeler, yengeçler ve sürüngenler gibi birçok eski tür, şimdi yaşıyanlarla tıpatıp aynıdır. İlk devirlerden zamânımıza kadar hiç değişme göstermeden intikal etmişlerdir...”
Evrimcilerden Prof. Max Westenhofer, bu hakîkatleri kabûllendikten sonra, türler arasında geçiş formlarına rastlanamadığından, Araştırma ve İlerleme adlı eserinde âdetâ yakınarak;
“Balıklar, sürüngenler, memeliler gibi büyük hayvan grupları dünyâ yüzünde birdenbire esas şekilleriyle belirivermişlerdir sanki. Bir türün diğerine dönüştüğüne dair hiçbir yerde hiçbir işâret yoktur. Değişim ancak türlerin içinde mevcuttur.” demektedir.
Her çeşit canlının kendi türü içinde değişebildiğini, gerek paleontoloji mütehassısları ve gerekse“Yaratılış görüşü” taraftarları da kabul etmektedir. Ancak bu değişmenin, tekâmülün tür sınırları içinde kaldığını ve bir canlının başka türlere dönmediğini ifâde etmektedirler. Meselâ, birinci zamandaki derisi dikenliler ne ise, şimdikiler de aynıdır. Derisidikenlilerin mutasyon ile omurgalı hâle döndüğü görülmemiş ve buna âit bir fosil bulunamamıştır.
Halbuki, canlıların yapısında, en basitinden, en mükemmeli olan insana doğru, düzgün bir tekâmül bulunduğunu, daha önce İbrâhim Hakkı hazretleri, Mârifetnâme kitabında, misaller vererek yazmış, fakat bunun, türlerin değişmesi demek olmadığını da bildirmiştir.
Verilen bu bilgilere göre; Darwinizm ve diğer adıyla evrim teorisine dayanarak, insanların ve maymunların ortak bir kökten geldiğini kabul etmek, “insan maymundan türemiştir” demek yanlıştır ve paleontoloji ilminin araştırmalarını inkâr etmektir. (Bkz. Darwinizm)
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.