Patrik - Bilgiler
13/04/2014 7:30
Alm. Patriarch (m), Fr. Patriarche (m), İng. Patriarch. Ortodoksların baş papazı. Hıristiyanların din adamlarına “Prétre”, yâni papaz ve keşiş, Ortodoksların en büyüğüne patrik denir. Katoliklerin baş papazına da papa (= atalar atası) denmektedir. (Bkz. Papa)

Hıristiyanlık dîni, hazret-i Îsâ’nın diri olarak göğe çıkarılmasından kısa bir zaman sonra değiştirilerek, aslı bozuldu. Allahü teâlânın Îsâ aleyhisselâm vâsıtasıyle gönderdiği dînin doğru olarak yayılması, seksen sene sürebildi. Sonra münâfık olup Hıristiyanlığı bozmak için Îsevî (Hıristiyan) gözüken Pavlos(Bolüs)un bozuk fikirleri din olarak her tarafa yayıldı. Pavlos Yahûdî idi. Bundan sonra Hıristiyanlık dîni, çeşitli bozuk fırkalara ayrıldı. Bunların 72 kadar olduğu bildirilmiştir.

Bütün bu fırkalar 1054 yılına kadar Roma’daki papaya bağlı idi. Hepsine Katolik denirdi. 1054’te İstanbul patriği Mihael Kirolarius, papadan ayrılıp, şark (doğu) kiliselerini kendi idâre etti. Bu kiliselere Ortodoks adı verildi.

Ortodoks kiliselerinin merkezi, İstanbul’daki Fener kilisesidir. Bunun için bu kiliseye “patrikhâne” adı verilmiştir. Ortodoksların patriği İstanbul’da bulunmaktadır. Bizans İmparatorluğu zamânında 157 tâne patrik gelip geçmiştir. Bu sayıya yirmi dört adet piskopos da dâhildir.

Hıristiyan papazlarının devlet siyâsetinde etkili rol oynamaları sebebiyle Hıristiyan devletlerinin bir kısmı Roma’daki papaya, bir kısmı da İstanbul’daki patriğe bağlanmışlardır. Bu durum, Katoliklerle Ortodokslar arasında asırlarca süren siyâsî mücâdelelere ve kanlı çarpışmalara sahne olmuştur.

Fâtih Sultan Mehmed Hanın 1453’te İstanbul’u fethetmesinden sonra, patrikhânenin idâresi Osmanlı Devletine bağlanmıştır. Fetihten sonra, patriklerin dînî otoritelerine dokunulmayıp serbest bırakılmıştır. Çünkü İslâm dîni, harp esnâsında Müslümanlara karşı savaşmayan veya savaşa teşvik etmeyen Hıristiyan ve Yahûdîlerin din adamlarını, ihtiyarları, kadınları ve çocukları öldürmeyi yasak etmiştir. Bunlardan cizye (vergi) de alınmazdı. Ayrıcaİslâmiyet, dinlerini ibâdetlerini serbest olarak yaşamak isteyen gayri müslimlere geniş bir din hürriyeti tanımıştır. Bu hürriyetin kötüye kullanılması, devlet aleyhinde suç işlenmesi hâlinde sınırlandırılması ve yasaklanmasına gidilir. Bu hürriyetlerden biri de kilisenin yıkılmaması ve din adamlarının dînî vazîfelerine müdâhale edilmemesidir.

Patrik II. Atanosyos zamânında vukû bulan İstanbul’un Fethi, patrikhâne târihinde mühim bir olaydır. Müslümanların kadınlardan, çocuklardan, hastalardan, yoksullardan, ihtiyarlardan ve din adamlarından vergi almama ve onları koruma âdeti Fâtih Sultan Mehmed tarafından o zaman patrik seçilen Yenadius Scolarius’a da uygulanmıştır. Huzûra dâvet edilen bu patrik Fâtih’in ayaklarına kapandı. Fâtih de buna ihsânlarda bulundu. Rahat ve emniyet içinde çalışmasını ve dileklerini bizzat kendisine iletmesini bildirdi. Ermeni, İslav ve Lâtin Hıristiyanlar ise kendi ayrı papazlarına sâhip olmuşlar ve böylece Fâtih kendi yönetimi altındaki bütün azınlıkların diyânet işleri başkanlarını tâyin edip kendine bağlamış ve onları himâyesi altına almıştır.

Bâzıları Fâtih’e “İslâmiyet bu kadar kuvvetliyken neden bunlara Müslüman olun, yoksa kılıçtan geçersiniz, diyerek zorlamıyorsunuz'” demeleri üzerine, Fâtih Sultan Mehmed Han: “Allahü teâlâ hidâyet etmezse zorla Müslüman olmazlar. Kalpleri dönmedikçe, ya sahtekârlık edip münâfık olurlar ve Müslüman olmadıkları hâlde olduk derler veya inat eder canlarını kaybeder, kargaşalığa sebep ve kötü örnek olurlar.” diyerek “İslâm dînini Allahü teâlâdan daha fazla, korumak iddiasında bulunmak kadar görev bilmemezlik olmaz.” şeklinde cevap vermiştir. Zâten Kur’ân-ı kerîmde “zorla Müslüman yapılmaz” kaydı vardır. Kim isterse seve seve Müslüman olur. Müslüman olmayanlar, İslâm devletinin himâyesi altında zimmî (gayri müslim vatandaş) olarak yaşarlar. Müslümanların bütün hak ve hürriyetlerine mâlik olarak kendi dinlerini uygularlar. Müslümanların, Allahü teâlânın emri uyarınca, kendilerini korumaları hizmetine karşılık olmak üzere de Müslüman olanların verdiği hayvan zekât ve öşr gibi, gayri müslimler de senede bir kere cizye (vergi) vermektedir. (Bkz. Cizye)

Müslümanların ikinci halîfesi hazret-i Ömer zamânında da Kudüs’ün fethinde yine benzer bir muâmele yapılmıştır. Can, mal ve ırz emniyeti sağlanmıştır. Ancak patrikler nankörlük ederek kendilerine sağlanan hak ve hürriyetleri kötüye kullanmışlardır. Patriğe verilen Hıristiyan millet (din) başı ünvânı üzerine patrikhâne saray gibi kullanıldı ve patrik hükümdar gibi davranmaya başladı. Dînî bir meclis olan Sinod’dan ayrı olarak, milliyetçi Rumların teşkil ettiği bir müşâvirler meclisi kurdu. Göğsünde iki başlı bir kartal resminden ibâret bir arma taşımaya başladı.

Osmanlıların duraklama ve bilhassa gerileme devrinde patrikhâne zararlı rol oynamıştır. Yabancı devletlerle yapılan anlaşmaların çoğunda düşmanlarımız patrikhâne ile ilgili, bize zararlı madde ve hükümler koydurmuşlardır. Tanzimattan sonra patrikhâne tamâmen Yunan ve Hıristiyan emellerine hizmet eder hâle gelmiştir. Ortodoks olmalarına ve Osmanlılar aleyhine faaliyetlerinde devamlı işbirliği yapmalarına rağmen patrikhâne Rusya’dan çok, Yunanistan tarafını tutuyordu. Rum patriğinden başka, bir de Ermeni patriği vardır. Patrikhâne denince, Rum Ortodoks Patrikhânesi anlaşılmaktadır. Patrikhâne İstanbul’da Haliç civârında Fener semtinde yer alması dolayısıyla adı Fener Patrikhânesi olarak bilinmektedir.

Sultan İkinci Mahmûd Han Boğdan-Eflak ve Mora isyânlarını plânlıyan Rum patriği Gregorios’u patrikhânenin kapalı kapısında astırmıştır. Etniki Eterya’yı ve isyânları yöneten Kuruçeşme’deki Rum sıllogosu üyelerini ölüm cezâsına çarptırmıştır. (Bkz. Gregorius)

Rum Ortodoks kilisesinin ve bütün Ortodoksların dînî lideri olan Patrik Dorotios’un, birinci Dünyâ Savaşından sonra Ocak 1919’da toplanan Paris Barış Konferansına katılan müttefik başkanlarına iletilmek üzere Fransa Başbakanı Clemanceau’ya verdiği nota, patrikin yaptığı ve yapmak istediği şeyleri ortaya koymaktadır. 25 Mayıs 1919 târihli Le Temps, Dail Telegraph ve New York Herald Tribune gazetelerinde yayınlanan bu nota şöyledir:

“Eğer, zâlimlere karşı zaferi kazanmış olan müttefiklerin ruhlarında ve kalplerinde ismine “Adâlet” denilen bir duygu varsa, o taktirde İstanbul Helenlilere verilmeli ve mevcudiyeti mânâsız hâle gelen Sultan, bir an evvel İstanbul’dan çıkarılmalıdır. Türklerin ve Müslümanların siyâsal ve dînî reisi İstanbul’da oturdukça, Batılıların ve onların yanındaki Yunanistan’ın,hindistan yolunu açmak için giriştikleri gayret sonuç vermeyecektir. Hilâfetin varlığı dâima karşımıza çıkacaktır. Oysa Sultan İstanbul’dan atıldığı taktirde, târihin hiçbir safhasında, Türk ve Müslüman olmamış bulunan İstanbul, gerçek ve târihî hüviyetine kavuşmuş olacaktır. Sultan Anadolu’ya sığınırsa, burada başlamasından korkulan millî hareketler de bastırılacak ve hiç değilse parçalanmış olacaktır. Savaş sonrasında mağlup olan Almanya, Avusturya ve Bulgaristan hükümdarları, memleketlerinden atıldıkları halde Sultan inçin hâlâ İstanbul’da kalmaktadır'Yoksa müttefikler Almanlardan, Avusturyalılardan ve Bulgarlardan değil de Türk Sultanından mı korkmaktadırlar'” (İlhan Bardakçı,Vahdeddin’den Mustafa Kemale, s. 69-70)

Lozan Antlaşması sırasında 482 yıl devâm eden patrikhânedeki bu durumu düzeltmek için, onun yurt dışına atılmasına çalışıldı, fakat dışta ve içteki düşmanların gayretiyle ve dış devletlerin ve hiç ilgisi yok gibi görünen diğer birçok kuruluşların sert tepkisiyle bu başarılamadı. Sâdece imtiyazları kaldırılarak normal bir kilise hâlinde bırakıldı.

Patrikhâne ve Heybeliada’daki meşhur papaz okulu yetiştirdiği elemanlarla yurt içinde, Kıbrıs’ta ve yurtdışında ülkemiz aleyhindeki birçok olaylarda aktif rol oynamıştır. (Bkz. Misyonerlik)

Yapılan Yorumlar

Henüz kimse yorum yapmamış.

Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.

Yorum Yapın

Güvenlik Kodu