uyku, istiğrak (mânevî coşma ile kendinden geçme) ve bayılma gibi hâllerde görme veya bu hâllerde görülen şeyler. Rüyâ, Arapça bir kelimedir. Rüyet ile aynı kökten gelmelerine rağmen aralarında fark vardır. Rüyâ, uyku ve benzeri hâllerde mânevî yolla görmek, rüyet ise uyanıklık hâlinde gözle görmek ve müşahade etmektir.
Rüyânın çeşitli şekilleri olmakla berâber, asıl rüyâ, Levh-i mahfûzda olanların kalp aynasında görünmesidir. Allahü teâlânın yarattığı ve yaratacağı her şey yine kendi yarattığı Levh-i mahfûzdadır. Olmuş ve olacak şeylerin hepsi orada mevcuttur. Orada yazılıdır. Fakat Levh-i mahfûz bizim bildiğimiz levha ve kitaplar gibi değildir. Olmuş ve olacak şeylerin Levh-i mahfûzda yazılması, Kur’ân-ı kerîmin hâfızın zihninde yazılmasına benzer. Kur’ân-ı kerîm, insanın dimâğında yazılıdır. Hattâ hâfız sanki ona bakarak okur. Hâlbuki beyin parça parça edilse, bir harf bile görülemez. Levh-i mahfûzun kendisi bir ayna gibidir. Bütün sûretler oraya nakşedilmiştir. Bir aynanın karşısına başka bir ayna konursa, o aynadaki sûretler, oraya akseder. Fakat arada perde olursa, o zaman görüntü olmaz. Kalp karşıki aynada olanları kabul eden bir ayna, levh de bütün varlıkların kendisinde bulunduğu bir aynadır. Kalbin, şehvetler ve şehvet duyguları ile uğraşması, melekût âleminden Levh-i mahfûzdaki şeyleri görmesine mâni olur. Şâyet bir rüzgâr eser, mânevî ihsâna kavuşulur da perde kaldırılırsa, melekût, mânâ âleminin esrârından, gizliliklerinden bâzı şeyler kalpte parlar, görünür. Bu bâzan, devâm ederse de, bâzan şimşek gibi gelip geçer. İnsan uyanık bulunduğu müddetçe dünyâ işleriyle meşgul olur. Bunlar, kalple melekût âlemi arasında perdedir.
İşte, uyku ve benzeri hallerle, beş duyu organımızın faaliyeti ve kalbimizin dünyâ işleriyle meşgûliyeti durur. Bu sırada kalp saf ve berrak olur. Dünyâ işleri ve beş duyu organı, Allahü teâlânın sevdiği bâzı kullarının kalplerini uyanıkken de meşgul etmez. İki ayna arasında perde kalktığı vakit, birinde bulunan şeyler, ötekine aksettiği gibi, Levh-i mahfûzda olan şeylerin bâzısı da kalbe akseder. Ancak uyku ve benzerleri, beş duyu organının çalışmasına mâni olursa da, bâtınî duygulardan muhayyilenin (hayâl kuvvetinin) çalışmasına mâni olmaz. Bu sebeple muhayyile Levh-i mahfûzdan kalbe aksedenleri ona uygun bir sûret hâlinde muhâfaza eder. Uykudan uyanınca, hayâlde olan bu sûretler hatırlanır.
Bunlar rüyânın garip hallerindendir. Onun bu hâlleri bitmez. Çünkü, uyku ölümün benzeridir. Ölüm ise, daha gariptir. Uyku, gayb âleminin perdesini kaldırmakta, ölüme benzediği için, insana bu sâyede ilerde olacak şeyler gösterilmektedir. Bunun içindir ki, tamâmen perdeyi yırtan ölümde pekçok hakîkat ortaya çıkar. İnsan, ölür ömez, ya çeşitli azaplarla kuşatılmış olduğunu, yâhut kendisinin sonsuz nîmetler içerisinde bulunduğunu görür.
Rüyâ çeşitleri: İslâm âlimleri, Peygamber efendimizin hadîs-i şerîflerini inceleyerek, rüyânın üç çeşit olduğunu bildirmişlerdir:
1. Uyanıkken görülen şeylerin uyku ve diğer hallerde görülmesidir. Buna “hadîs-ün-nefs” denir. Meselâ, bir iş veya sanat sâhibinin kendisini bu işle uğraşırken görmesi; yâhut, insandaki hayâl kuvvetinin, aslı olmadığı hâlde kendiliğinden uydurduğu, ortaya attığı şeyleri görmek böyle rüyâlardandır.
2. Şeytanın, insanı korkutmak, üzmek ve onunla oynamak için hayâline getirdiği, gösterdiği şeylerdir. Şeytana bunları yapma kâbiliyeti verilmiştir. O kadar ki şeytan, kan gibi insanın damarlarında bile dolaşır. Bu çeşit rüyâya kötü rüyâ, hulm yâni, şeytanın gösterdiği karışık şeyler ismi verilir. Guslü îcâb ettiren ihtilâm, rüyâ görme hâli de şeytanın insanla oynamasındandır.
Bu iki çeşit rüyâ, bâtıl rüyâlardan olup, asılları yoktur. Bunlara edgâş-ı ahlâm, karışık rüyâlar denir. Tâbir edilmezler.
3. Allahü teâlânın gâipten, insanlara gizli olan şeylerden bildirdiği rüyâlardır. Bunlara rüyâ-yı sâlihâ, rüyâ-yı sâdıka, yâni iyi ve doğru rüyâlar ismi verilir. Bu rüyâlar, görenler için, Allahü teâlâ tarafından bir müjde olup tâbir olunurlar.
Peygamberlerin (aleyhimüsselâm) gördükleri rüyâlar bu kısma dâhildir. Onlar, rüyâlarına hayâl ve şeytanın karışmasından, korunmuşlardır. Gözleri uyuduğu hâlde, kalpleri uyanıktır. Hayâlin uydurdukları ile ilhâm olan şeyleri birbirinden ayırabilmektedirler. Hatâ îcâb ettiren durumlar meydana gelmediği için Peygamberlerin (aleyhimüsselâm) rüyâları kat’î olarak vahiydir (Bkz. Vahiy). Peygamber efendimizin peygamberlikleri sâdık rüyâ ile başlamıştı. Gördükleri rüyâlar, sabah aydınlığı gibi açık olurdu. Rüyâsında gördükleri aynen çıkardı. Bu hâl altı ay devâm etti. Ondan sonra vahiyler daha çok Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla ve vâsıtasız, doğrudan geldi.
Sâlihlerin; yâni nefisleri kötülüklerden temizlenmiş, günâhlardan uzak kalmış evliyânın rüyâları da çok zaman sâdıka(sâlihâ, iyi, doğru)dır. Nâdiren sâdıka olmayabilir. Buna, haram ve helâl olduğu belli olan; şüpheli bir şey; ihtiyâçtan fazla yemek; yâhut küçük günâh işlemek gibi şeyler sebep olur. Bunun netîcesinde, kalpte zulmet ve mânevî bir bulanıklık görülür. Evliyâ, peygamberler (aleyhimüsselâm) gibi mâsum, günâhlardan korunmuş olmadıklarından, onlarda böyle şeyler görülebilir. Peygamberler (aleyhimüsselâm) ile evliyânın rüyâları ikisi de sâdık rüyâ oldukları hâlde, aralarında fark vardır. Peygamberlerinki vahiydir, evliyânınki böyle değildir.
Sâlihlerin dışındaki Müslümanların rüyâları ise ekseriyetle bozuk ve yalan olur. Çünkü bunlar, daha çok gaflet içerisinde bulunurlar; nefsleri, hayâlleri, kalp aynaları, evliyânınki gibi saf ve berrak değildir. Günâh kirleriyle lekelenmiştir. Bununla berâber bâzan doğru, iyi rüyâ (rüyâ-yı sâdıka) gördükleri de olur.
Rüyâ görüldüğünde yapılacak şeyler:
Peygamber efendimiz hadîs-i şerîfte buyurur ki:
İyi rüyâ (sâlih rüyâ) Allahü teâlâdandır (Allahü teâlâdan hayırla müjdedir). Hulm (karışık, asılsız şeyler) şeytandandır. Sizden biriniz sevdiği bir şeyi (rüyâda) görürse, onu sevdiğinden başkasına anlatmasın. Hoşlanmadığı, beğenmediği bir şeyi (rüyâda) görürse, onun ve şeytanın şerrinden Allahü teâlâya sığınsın. Rüyâsını hiç kimseye söylemesin. O zaman o rüyâ ona zarar vermez.
Ebû Seleme radıyallahü anh dedi ki: “Dağdan daha ağır rüyâlar görürdüm. Bu (yukarıdaki) hadîs-i şerîfi işitince, böyle rüyâlara önem vermedim.” Bir rivâyette ise; “Öyle rüyâlar gördüm ki, derdimden hastalanırdım. Sonra Resûlullah’ın bu hadîs-i şerîfini duyunca, böyle rüyâlara aldırmadım.”
Muhammed ibni Sîrîn rahmetullahi aleyh de: “Uyanıkken Allahü teâlâdan kork, rüyâda gördüklerine aldırma. Sana zarar vermez.” buyurmuştur.
Peygamber efendimizin bu husustaki diğer hadîs-i şerîfleri şunlardır:
Sizden biriniz, hoşuna giden bir rüyâ görürse, isterse onu anlatsın. Hoşuna gitmeyen bir şey görürse, onu kimseye anlatmasın. Kalksın, namaz kılsın.
Rüyâyı, görüş sâhibi ve sâlih Müslümana anlat.
Görülüyor ki, iyi rüyâ, yalnız sağlam görüşlü ve sâlih Müslümana anlatılır. Bunlardan başkasına anlatılırsa, hased edip, kötülük düşünebilirler. Kötü rüyânın şerrinden, kötülüğünden üç defâ Allahü teâlâya sığınılır; “Eûzübillâhimineşşeytânirracîm” denir. Eûzü çekmekle şeytanın vesvesesi gider. Allahü teâlâya sığınmak belâyı giderir. Sonra, şeytanın gösterdiği karışık hayâllerin gitmesi için, yattığı taraftan, diğer yanına dönülür. Sonra iki rekat namaz kılıp, rüyâ kimseye anlatılmaz. Anlatırsa, rüyânın tâbiri belki onu üzebilir. Kötü rüyânın anlatılmamasının sebeplerinden biri de düşmanın duyup, şamata yapmaması, sevinmemesi içindir. Yoksa dinde günâh sayıldığından değildir. Sonra kötü rüyânın zararından kaçınmak için, sadaka verilir ve duâ edilir. Çünkü, insanın hakkında taktir edilen şeylerin bâzısı, duâ ve sadaka vermekle değişir. Bu da kaderdendir. Hadîs-i şerîfte; “Kabul olan duâ, o belâ gelirken korur.” buyruldu.
Bâzı vakitlerde görülen rüyâ daha doğrudur. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); “En doğru görülen rüyâ, seher vakitlerinde görülen rüyâdır.” Seher vakti, sabahtan biraz önceki vakittir. Başka bir hadîs-i şerîfte de; “En sâdık (doğru) rüyâ göreniniz, sözü en doğru olanınızdır.” buyrulmuştur. Çünkü yalan konuşanın hâli rüyâsına karışır. Hayâlinde uygunsuz şeyler meydana getirir ve rüyâ yalan olur.
Rüyânın tâbiri (yorumlanması): Rüyânın doğru olarak tâbiri iki şekildedir. Birincisi; Allahü teâlânın kalbe ilhâmı, bildirmesiyle olur. Bunun için, tâbir edenin sâlih ve ilhâma lâyık olması lâzımdır. İkincisi; yine Allahü teâlânın ihsânı olan sağlam görüş, hâdiselerdeki ince ve derin mânâları anlama, kavrama kâbiliyetiyle, firâsetle tâbir olunur.
Bu sebeple rüyâyı herkes tâbir edemez. Rüyâyı tâbir edecek kimsenin âlim, sâlih, sağlam görüşlü olması lâzımdır. Böyle yapmak sünnettir. “Rüyâ tâbir edildiği gibi çıkar.” hadîs-i şerîfinde böyle kimselerin tâbirleri anlatılmaktadır. Rüyâ, câhil kimselerin tâbirine göre çıkmaz. Bu sebeple rüyâ, câhil kimseye anlatılmaz. Onlar tâbir etseler bile bir kıymet ifâde etmez. Başka bir hadîs-i şerîfte de: “Rüyâ anlatılmadığı müddetçe bir kuşun ayağına bağlı olarak bulunur. Tâbir edilince düşer.” Yâni müminin rüyâsı, Allahü teâlânın kazâ ve kaderi üzerine kuruludur. Kimseye anlatmadığı müddetçe hakkında takdir olunan şeyi bilemez. Ehil kimseler tarafından tâbir edildiğinde Allahü teâlânın kendi hakkındaki takdirinin ne olduğu belli olur, ortaya çıkar.
Rüyâyı tâbir eden kötü de olsa, rüyâyı en güzel şekilde tâbir etmelidir. İyi ise, “Hayrını göresin!”; kötü ise, “Şerrinden sakınasın!” demelidir. Yâni, “Allahü teâlâ seni onun şerrinden muhâfaza etsin.” demekdir.
Peygamber efendimizi, bilinen sıfatları ile rüyâsında gören, doğru görmüştür. Bir hadîs-i şerîfte; “Rüyâda beni gören, elbette beni görmüş olur. Çünkü şeytan, benim ve Kâbe’nin şekline giremez.” buyruldu.
Rüyâda bâzan acı ve sıkıntılı şeyler görülebilir. Bu, rüyâyı görenin, hak ettiği azâbın görüntüleridir. Gafletten uyandırmak için, kendini düzeltmesi için, ona gösterilir.
Yine bâzı kimseler, uykuda, rüyâda kendilerini büyük makam ve mevkilerde görür. Böyle rüyâlar boş ve asılsız değildir. Böyle gören kimselerde o mevkilere gelmek kâbiliyeti var demekdir. Böyle hâller, uyanıklık hâlinde nasîb olursa, kıymetlidir. Yoksa, hiç kıymeti yoktur. İlim ve kâbiliyetten mahrum olan çok kimse rüyâda kendilerini hâkim, paşa görür. Hâlbuki uyanıkken ellerine bir şey geçmez. Rüyâları üzülmekten, pişmanlıktan başka bir şeye yaramaz. O hâlde rüyâlara güvenmemeli, uyanıkken ele geçene sevinmelidir. Bunun içindir ki, din büyükleri, rüyâlara ehemmiyet vermemiş, talebenin rüyâsını tâbir etmeğe lüzum görmemişler, uyanıkken ele geçene kıymet vermişlerdir.
Psikolojide rüyâ; uyku sırasında insanın zihninde meydana gelen ve yalnız bir kısmı hâfızada muhâfaza edilebilen rûhî olay, diye anlatılır. Buna sebep olarak da insanın günlük meşgâleleri, bilhassa kavuşamadığı, ulaşamadığı arzu ve isteklerin uykuda ortaya çıkması şeklinde dar mânâda îzâh edilir. Bu îzâh, İslâmiyetteki rüyâ îzâhının çok altında kalmaktadır.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.