Sami Günzberg, Saray’ın dişçisi, Abdülhamid’in, Vahideddin’in, Harem’in dişçisi; sonra Atatürk’ün, İsmet Paşa’nın, Menderes’in... Dönemler geçiyor, düzen değişiyor, dişçibaşının yeri sapasağlam. Herhalde çok başarılı bir hekimdi diyeceksiniz. Ama bazı tanıklar, hiç mi hiç öyle söylemiyorlar.
Mehmet Varış, sağ olsun, Kitabevi’nin yayınlarını her zaman gönderir. Bu kez zarftan iki kitap çıktı: A. de Rochebrune imzalı, Dilber Kethy’nin Bursa ve İstanbul Hatıratı’yla Rıfat N. Bali’nin kaleme getirdiği bir biyografi; Sarayın ve Cumhuriyetin Dişçibaşısı Sami Günzberg.
Bir biyografi diyorum ama, büyük emek ürünü, göz kamaştırıcı bir biyografi. Hemen vurgulamak isterim.
Oysa önce, İstanbul tutkusundan olacak, Dilber Kethy’nin anılarını karıştırmaya koyulmuştum. Bilmem siz de öyle mi yaparsınız: Bir kitabı okumaya başlamadan önce, evirir çevirir, ön kapağını, arka kapağını iyice inceler, yapraklarını baştan sona tararım. Bursa ve İstanbul Hatıratı’nı birazdan okumak üzere masaya bıraktım ve Sami Günzberg’in yaşamöyküsüne göz atmak istedim. Bir daha da elimden bırakamadım. Şimdi, bu satırları yazarken, sekizinci bölüme kadar (s. 187) yol almış durumdayım.
Sekizinci bölüm çok ‘heyecanlı’ bir bölüm. Çünkü Rıfat N. Bali, bu bölümde, Günzberg’in, çoklarınca olumsuz yönde eleştirildiği, II. Abdülhamid’in mirası meselesinde Günzberg-hanedan ilişkilerini irdeleyecek. Çokları, Günzberg’i, Abdülhamid’in mirasını çarçur etmekle, hatta daha karanlık işler çevirmekle itham etmiş!
Ama biz başlangıca, bu, tuhaf, çok renkli, gizem dolu İstanbul romanına dönelim.
Bali, usta polisiye roman yazarı gibi başlıyor eserine. Kitapta adı sıkça geçecek kişilerin kısa yaşamöykülerini işliyor. İlk isim, yazılarında İstanbul’u -ve Ankara’yı- ikide birde iğneli fıçılara sokup çıkartmış -belki de oralarda bırakmış- Münevver Ayaşlı.
Ayaşlı’nın ismini görüp de kapılmamak elde mi? Münevver Ayaşlı, Günzberg’in, uzun yıllar, “iç ve dış siyasetimizin kulislerinde oynanan bütün oyunlarını ve oyuncularını” bildiğini belirtmiş. Fakat dişçibaşının ağzı sıkılığından yakınmış...
Bali, kişilerden sonra, eserini hangi aşamalardan geçerek bütünleyebildiğini anlatıyor. Sami Günzberg adı karşısına nerede çıkmış, neden ilgisini çekmiş, bu adın çevresinde dolanırken, iz sürerken ne tür bir yöntem uygulamış... Emin olun ki, polisye kurgu devam ediyor. Yazarın upuzun teşekkür listesini bile dikkatle okuyorsunuz. Çünkü oradaki göndermeler, sonraki sayfalar için belki bilgi uyarısı olabilir!
Sami Günzberg daha ilk satırlarda söylentilerle donanmış bir kimlik olup çıkıyor: Saray’ın dişçisi, Abdülhamid’in, Vahideddin’in, Harem’in dişçisi; sonra Atatürk’ün, İsmet Paşa’nın, Menderes’in... Dönemler geçiyor, düzen değişiyor, dişçibaşının yeri sapasağlam. Herhalde çok başarılı bir hekimdi diyeceksiniz. Ama bazı tanıklar, hiç mi hiç öyle söylemiyorlar. İşte söylentiler başlıyor. Adının açıklanmasını istemeyen bir diş hekimi, dişçibaşının “diplomasız” olduğunu ileri sürüyor, bir başkası -üstelik Günzberg’in asistanı- aynı iddiada.
Dişçibaşının hekimlik başarısı ve değeri, bilgisi, eğitimi tehlikeye girerken; bir ikinci söylenti handiyse skandala yol alacak: Sami Günzberg’in herkese kızkardeşim diye tanıttığı Lili Günzberg’in kızkardeş değil, fakat sevgili olduğunu açık açık belirtenler var.
Derken, demin andığım Abdülhamid’in mirası meselesi devreye giriyor. Rıfat N. Bali, okuru avcunun içine iyice aldıktan sonra, bizi birdenbire Sultan Hamid çağına savuruyor. Tabiî Saray’a giriş hikâyesi de karmakarışık. Hele, son asistanının verdiği bilgiyi okuduktan sonra:
“Annesi Madam Günzberg omuzunda taşıdığı kumaşları şehrin varlıklı hanımlarına satarak hayatını kazanıyordu. Şüphesiz bu şekilde büyük malikânelere girebildi. Büyük bir ihtimalle tanıdığı bu hanımlardan birini dişçi oğluna tedavi ettirdi, bu şekilde Sami üst düzeydeki kişilerin çevresine ve belki de Saray’a girebildi.”
Gerçi dişçibaşının ünlü hastaları, böyle bir ‘bohçacı kadınla oğlu’ söylentisinden konuşmuyorlar; hemen hepsi, Günzberg’in yetkin bir dişçi, handiyse aristokratik geçmişi olan bir kişi olduğunda birleşiyor.
Evet, kim bu adam? Evrakı kaybolup gitmiş. Bölük pörçük bir şeyleri Rıfat N. Bali bin bir güçlükle toplamış.
V. Mehmed’in (Sultan Reşad) torunu Perîzad Osmanoğlu’nun eski eşi Cömert Baykent, dişçibaşı için, “son derece cimriydi” dedikten sonra, miras olayını kurcalıyor ve kuşkularını dile getiriyor. Hanedan ailesinin bazı üyeleri böylesi söylentilerin iftira olduğunu belirtirken, Şehzade Ali Vâsıb Efendi’nin yorumu hayli farklı:
“Devrin büyük adamlarının dişçisi ve aynı zamanda işlerini büyük bir muvaffakıyetle üstüne alıp, alım ve satım meselelerinde yardım maksadıyla suhulet gösterir gibi görünerek bu kimselerin mevki ve servetlerinden azamî istifade eden ve sonunda bu kimseleri kendisine medyun ve muhtaç vaziyette bırakan bir doktordur.”
Evet, hangisi?
Muayenehanedeki muhteşem möbleye bakılırsa, son tanıklık, sonuncu iddia yabana atılacak gibi değil. Çünkü Günzberg’in muayenehanesinde ve evinde Saray artığı birbirinden değerli eşya, yıllar yılı, görenleri, gelip gidenleri büyülemiş. O eşyaları korumak mı istemiş dişçibaşı, yoksa, ta gençliğinden kalma bir ihtirasla mı ele geçirmiş, bellisiz, yoruma açık.
1960’ların ortasına kadar Sami Günzberg diş hekimliğini -elbette öteki faaliyetleriyle birlikte- sürdürmüş. Ünlü hastaları, yalnızca eşyanın görkeminden söz açmıyorlar; birbirinden çarpıcı fotoğraflardan da ille söz açıyorlar.
Bali, fotoğraflardan bazılarını, iz süre süre bulmuş; kitapta yer alıyor. Bazı fotoğraflar, yazık ki kaybolmuş, sadece tanıkların sözlerinde...
Meselâ, “Dolmabahçe Sarayı’nda Sultan Vahideddin tarafından karşılanırken çekilmiş muazzam” (Günzberg ailesinden F. K. Bey’in anlatımı) bir fotoğraf, her zaman, değişen devirlere ve şartlara rağmen, yerli yerinde durmuş. Altemur Kılıç’ın önemli saptamasını alıntılıyorum:
“Sami Günzberg hem Osmanlı hanedanının hem de Atatürk’ün diş hekimi idi. Atatürk ona geldiğinde hanedan mensuplarının fotoğraflarını gizlemeyecek kadar dürüst ve kadirşinastı. Atatürk de bunu anlayış ve takdirle karşılayacak kadar dürüsttü. Babam da Günzberg’in bu tarafından hep takdirle bahsetmiştir.”
Möble, piyano, fotoğraflar, Osmanlı nişanları, bu muayenehane, herhalde o günlerin İstanbul’unda dillere destan bir mekândı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin eski başkanlarından Org. Kâzım Özalp’ın oğlu Prof. Teoman Özalp ise, çok sevimli, sıcak bir anıyla Günzberg bilmecesini katmenlendiriyor: “Muayenehanesine her gittiğimizde adamını Lebon Pastanesi’ne yollar, ablamla bana birer kutu çikolata aldırırdı.” Çikolatalar, ablayla kardeş, seçkin bir babanın çocukları oldukları için mi; yoksa, hiç evlenmemiş dişçibaşının çocuklara sevgisinden mi?
Bali’nin dipnotlarından biri beni alıp çocukluğuma götürdü. Yazar, “Yahudilerin Türk milliyetçiliğini destekleyerek Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasına” sebep oldukları meselesi üzerinde duruyor bu dipnotta (s. XXVII). Bense, adı geçen Lazzaro Franko’ya dalıp gittim:
“Lazzaro Franko ise İstiklâl Caddesi’nde ismini taşıyan ünlü bir mefruşat mağazasının sahibiydi.”
1955 sonrasında Beyoğlu. Cihangir’de oturuyoruz ve sık sık Beyoğlu’na çıkıyoruz. Lazzaro Franko’nun vitrini mevsimden mevsime değişir; yaz için, güz için, kış ve ilkbahar için yeni dekorlar... İşte o günlerde Sami Günzberg’in muayenehanesi de Beyoğlu’ndaymış, Bodui Apartımanı’nda...
xxxxxxxxxx
Dünyanın en kudretli dişçisi
EMETİ SARUHAN
Yeni Şafak 03.10.2007
Sarayın dişçibaşısı olan Sami Günzberg, Sultan Vahdettin, Atatürk, Adnan Menderes gibi devlet büyüklerine diş tedavisi yapmakla kalmadı, yetmiş sene siyasetimizde de rol oynadı.
Sami Günzberg. Hafızanızı zorlasanız da, bu isim pek çoğumuz için pek bir şey ifade etmiyor. Halbuki Sami Günzberg adı vaktiyle elit tabakanın en iyi bildiği isimlerden biriydi ve tüm kapıları açıyordu. Günzberg, Son Osmanlı Padişahları ve Cumhuriyetin ilk kurucu kadrosunun ve bu kadrolara yakın isimlerin hem dişçisi hem de sırdaşıydı. Bu ilişkilerine dayanarak, kendi menfaatleri doğrultusunda, iç ve dış politikamıza yön vermek için çabalamış, ve zaman zaman da başarmıştı. Sultan Abdülhamit, Sultan Vahdettin, Atatürk, İsmet İnönü, Celal Bayar ve Adnan Menderes'in dişçiliğini yapan ve bu isimlerle yakın dostluklar kurmayı başaran Günzberg'in unutulup gitmesi şaşırtıcı. Münevver Ayaşlı'nın tesbitine göre bunun sebebi Sami Günzberg'in tek bir satır yazmadan, kimseye tek bir kelime söylemeden gitmesi. Halbuki şaşırtıcı ve de pek kimseye nasip olamayacak şekilde, hem Hanedan, hem de Cumhuriyet'e yakın olan bu ismin hatıraları günümüzün tarih bilgisini değiştirebilirdi. Yine Münevver Ayaşlı'ya göre Günzberg, "Bizim, 60- 70 senelik iç ve dış siyasetimizin kulislerde oynanan bütün oyunlarını ve oyuncularını bilen tek adam idi". Rıfat N. Bali bu ilginç ve gizemli ismin izini, tanıkların hatıralarından ve belgelerden sürerek ilginç bir Sami Günzberg portresi çıkarmış. Kitabevi'nden yayınlanan 'Sarayın ve Cumhuriyetin Dişçibaşısı Sami Günzberg', dünyanın en kudretli dişçisini anlatıyor. Günzberg'in kerametinin kendinden mi menkul olduğunu anlayamasak da, Yüzbaşı John G. Bennett, Günzberg'in dişçi koltuğunda ağzını açmış şekilde otururken, dişçiliğin siyasetle birleştiği zaman ne kadar fevkalade bir silah olabileceğini keşfettiğini söylüyor. Doğum tarihi 1876 olarak bilinen Günzberg İstanbul'da doğmuş. Bir rivayete göre ailesi Rus, bir rivayete göre ise Macar. Dişçilik eğitimini yurt dışında alarak Bahriye nezaretinde dişçilik yapmaya başlamış. Osmanoğulları'nın anlattığına göre Günzberg'in sarayla olan ilişkisini Polonyalı bir Yahudi olan annesi bohçacılık yaparken kurmuş. Saraya gidip gelen Madam Günzberg, kadınefendilere nüfuz eder ve oğlunu saraya dişçibaşı yaptırır. Tanıklara göre Sami Günzberg hem Türk, hem de yabancı ülke siyasetçileriyle ilişkide olup, fazla göze batmayan bir nevi diplomatik kariyer sürdürmüştü. Sami'nin dişçi dükkanı, İstanbul yüksek sosyetesinin Abdülhamit günlerinden beri randevulaştığı, nice aile ve politika sırlarının toplandığı bir santraldi.
MELEK Mİ ŞEYTAN MI?
Günzberg'le ilgili hatıralarını anlatanların söyledikleri çoğu zaman çelişiyor. Tanıkların bir kısmı Günzberg'in çok iyi bir dişçi olduğunu söylerken, içinde diş hekimlerinin de bulunduğu bir kısmı çok da iyi bir dişçi olmadığını iddia ediyor. Sadece iyi protez yapabildiğini söyleyenler de var. Hatta aslen berber olduğu, diplomasını parayla satın aldığı gibi dedikodular da yok değilmiş. Günzberg'in hanedana olan sadakati nedeniyle varislerinin miraslarını elde edebilmesi için canla başla çalıştığı ve bu yönde çok para harcadığını anlatanların yanı sıra, hanedan üyelerini dolandırdığını anlatanlar da var. Türkiye için yurt dışında kredi aradığı biliniyor, ancak bunu yapmasının nedeni kendisinin ve Türk Yahudi cemaatinin çıkarları. Ülkeye sadık olup olmadığı ise pek anlaşılamıyor. Böylece Günzberg'in melek mi şeytan mı olduğunu pek anlayamıyoruz. Tanıkların anlattığına göre Günzberg, Padişahın her diş tedavisi için geldiğinde bir rütbe almış ve Bahriye subaylığından yüzbaşılığa kadar yükselmiş. Atatürk'ün biyografyacısı olan Lord Kinross'a göre Günzberg, Sultan Aldülhamid ve Sultan Vahidettin sırdaşı konumundaydı. Sultan Vahidettin "Diş Paşa" dediği Günzberg'le siyasi konuları konuşmayı adet haline getirmişti. Lord Kinross'un Günzberg'e atfen naklettiği bilgiye göre, Sultan Vahidettin gizlice Milli Mücadeleyi destekliyordu. Hatta Günzberg'e, Sadrazam Ali Rıza Bey'in de bulunduğu bir ortamda, bütün çareler tükendiğinde "en azından vatanın kalbini" kurtarması için Mustafa Kemal'i Anadolu'ya gönderdiğini söylemişti.
VATAN HAİNLİĞİNDEN İSTİKLAL MADALYASINA
Günzberg hakkında ilginç bir anekdot da Günberg için TBMM tarafından kanun çıkarılması. Dönemin gazetelerine göre Günzberg mütareke yıllarında itilaf kuvvetleri ile birlikte çalışmıştı.
1923 yılının Haziran ayında Türk orduları İstanbul'a ufuklarında görüldüğünde Günzberg geçmişinin korkusuyla Avrupa'ya kaçmış daha sonra bir Türk konsolosluğundan edindiği pasaportla geri dönmüştü. "Bursa Askeri Heyeti Mahsusa", Sami Günzberg'in milli mücadeleye katılmama ya da aleyhinde çalışma neticesinde devlet hizmetinde çalışmaması için kararname teklifi hazırlamış. Bunun üzerine Günzberg TBMM'ye başvurarak karara itiraz etmiş. TBMM de heyetin verdiği kararları gözden geçirmeye imkan veren yeni bir kanun çıkartmış ve üç general ve temyiz mahkemesi üyesinden oluşan "Ali Karar Heyeti" kurmuş. Bu heyet Günzberg'i aklamış. Hatta İstanbul askeri yönetiminin isteği üzerine Günzberg'e İstiklal madalyası verilmesi gündeme gelmiş ve İsmet Paşa Günzberg'i adalet yerini buldu diye şahsen kutlamış.
FİKRİYE'NİN İNTİHARI
Kitapta Günzberg'in Atatürk'le olan hekim-hasta ilişkisine dair bir anı şöyle aktarılmış: Atatürk'ün çenesinde iltihap vardı. Doktorlar ameliyat etmeye cesaret edememişler. Bana geldi ve 'cesaretin var mı?' diye sordu. 'Evet' dedim. Ağzını açtı. titriyordum. 'Şöyle bir bakayım' diye aldatmaya çalıştım. Fakat o büyük adam benim yapacağımı anladı. Birden dişini çektim ve korkudan elimdeki aletleri atarak banyoya kaçtım...
Atatürk'ün Günzberg'le özel hayatı ile ilgili de sohbet ettiğini biliyoruz. Hüsrev Gerede'nin anılarına göre Atatürk Fikriye'nin ölümünü Günzberg'e şöyle anlatmış. "Fikriye, Latife Hanım zamanında İsviçre'den dönmüş, yaver Muzaffer'e görünmeden Gazinin odasına çıkmış.
Kıskançlığından Gazi'ye suikast tasarlamışsa da başarılı olamayarak bahçeye kaçmış, yakalamaya gelenleri görünce tabancasını kendi başına sıkmış.”
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.