Kaygının bizi en ağır şekilde yaralama gücü olduğu yollardan birisi duygularımızın yoludur ve biz burada gerçek ve çok önemli bir zorlukla karşılaşmaktayız. Sevginin itkilerini kontrol etmek, yakınlıkları artırmak ya da anlayışı genişletmek değilde kendini dizginlemeyi kullanmak için kendimizi kontrol altına mı almalıyız? Kişi, bir kişiliği çevreleyen şefkatin, sevginin, birlikteliğin ve ilginin tüm takma bıyıklarıyla kendisini sarmalamış olan şimdiki ve sonraki tüm hayatları görür ve sonra tüm yaşamın kayıptan dolayı terkedilmişliğe atıldığı sonucuyla yoksun bırakılmış hale gelir. Bildiğim iki olay üzerine düşünüyorum şu anda. Bir tanesi çocuksuz ve tüm doğası, tüm güdüleri ve tüm yeteneği aşkı en çok hak eden bir adam olan kocasını merkez almış bir kadındı. Kocası aniden öldü ve kadın bir darbeyle her şeyini kaybetti, sadece aşığını ve arkadaşını değil, aynı zamanda onu oyalamaya yardım edebilmiş olan tüm meşgalelerini kaybetti, çünkü tüm yaşamı tamamiyle kocasına adanmıştı ve hatta kocasının yanında olmadığı saatler bile onu sorundan veya can sıkıntısından kuratarabilecek herhangi bir şeyi yada her şeyi yapmaya ayrılmıştı. O anda isteyerek ölebileceğine rağmen yaşamaya devam etti ve yaşamının tüm yapısı paramparça oldu. Bir de, aynı işi yaşlı ve pek de sağlıklı olmayan bir baba için yapmış sadık bir kız çocuğunu düşünüyorum. Onun bir keresinde annesinin ölümünün verdiği üzüntünün, neredeyse taptığı babası için her şeyi yapabileceği ve onun her şeyi olabileceğini fark etmesiyle etkisiz hale geldiğini söylediğini duydum. İçtenlikle sevdiği bir adamdan gelen evlilik teklifini babasından ayrılamayacağı için reddetti ve bu olayı babasına, onun kızının mutluluk yolunda dikildiğini hissetmesinden korktuğu için asla anlatmadı. Öldüğü zaman, kızı da kendisini söz gelimi terkedilmiş, bağları kopmuş ve uğraşsız ve de neredeyse ar-kadaşsız ve yoldaşsız yaşlı bir kadın gibi buldu.
Kişi, tek bir bireyin sevgisindeki bu tarz kıskançlık soğurmasının bir hata olduğunu düşünmeli mi? Bu kesinlikle hem eşe hem de kız çocuğuna derin bir mutluluk verdi, fakat iki örnekte de ilişki o kadar yakm ve o kadar sıcaktı ki bu ilişki onları yavaş yavaş diğer ilişkilerinden soyutlama eğilimindeydi. Hem koca hem de baba çekingen ve içine kapanık adamlardı ve başka bir birliktelik istemediler. Kişi bunların nasıl gerçekleştiğini, kaçınılmaz sonun ne olması gerektiğini ve yine de herhangi bir noktada ne yapılması gerektiğini söylemenin zor olacağını kolayca görebilir. Bu tarz büyük ve içe çekilmiş duygular tabi ki büyük riskler taşımaktadır ve hayatın bu yoğun çizgilerde güvenli bir şekilde yaşanıp yaşanamayacağmdan şüphe edilebilir. Bunlar tabii ki uç örnekler, ama dünyada bir çok örnek var ve özellikle de hayatları tamamen aşk ve çocuklarla ilgilenme gibi belirli duygular üzerine kurulmuş kadınların örnekleri var. Bu böyle oldu-v ğu zaman da, mizaçlar kaygının en keskin akınlarına yatkın hale geliyor. Bu tarz örnekler üzerine teorik olarak tartışmak çok az işe yarar çünkü bir atasözünün de dediği gibi toprak üzerinde sular aktıkça, aşk mantıklı düşüncelere en az katkıda bulunacaktır.
Zorluk, sevgiyi birçok yönde savurganca veren büyük ve cömert doğalardan çıkmaz, çünkü eğer bu tarz bir ilişki ölümle yıkılırsa, sevgi hala kalanlar üzerinde etkisini devam ettirebilir. Başa çıkılması zor olan, aşırı kıskançlıkla dolu, adanmanın yalnızlığında coşan ve başka ilişkilerin işe girmesine katlanamayan aşk değildir.
Gene de eğer kişi benim de inandığım gibi dünyanın sırrının bir şekilde sevgide saklı olduğuna ve yalnızca sevgiyle ifade edilebildiğine inanırsa, o zaman kişi sevginin risklerine katlanmalı ve sevginin getireceği kaçınılmaz sancılarla başa çıkma gücünü aramalıdır.
Fakat kadın ve erkek bu konuda çok farklı yapıdadırlar. Sayısız küçük farklılıkların içinde, bazı geniş farklar açıkça ortadadır. İlk olarak, erkekler hem eğitim hem de huy açısından şefkate kadınlardan daha fazla bağımlıdır. Kariyer ve meslek onların düşüncelerinde daha geniş rol oynar. Eğer birisi erkeklerin zihninin onu en çok ilgilendiren nesnelerde aylakça dolanan gizli ve işgal edilmemiş hayallerini durdurup test edebilseydi, hiç şüphem yok ki erkeklerin zihninin kendilerini daha çok işleri, görevleri, hırsları, heyecanları gibi belirli ve somut şeylerle doldurmuş oldukları ve diğer insanların düşünceleri üzerine çok az odaklandıkları bulunurdu. Şefkat, duygusal ilişki oturmuş bir zihin meşguliyetinden daha başka bir olaydır. Ve sonra erkeklerde iki belirli tip vardır, şefkati özgürce veren ve savuranlar, diğerleriyle ilgilenip onlardan etkilenenler, yakın arkadaşlıklara bağlanmak ve onları garantilemek isteyenler ile gelişmelere karşılık verip gene de arkadaşlık arayışına girmeyenler, fakat arkadaşlığı sadece kendilerine geldiğinde kabul edenler. Ve tek şey bu tarz genellikle soğuk ve kendini sınırlayan mizaçların cömert ve istekli duyguları olan erkeklerin bazen yoksun oldukları duygulan diğerlerinde tutuşturma gücüne sahiptirler. Bunun böyle olması garip, fakat bunun ardında psikolojik bir kanun var. Ve benim deneyimimde arkadaşlıklarda en istekli şekilde bulunmuş olan erkeklerin kural itibariyle, en açık yürekli ve en içten kişilikler oldukları gerçekten doğrudur. Belli bir uğraş kanununun iyiyi tuttuğunu ve kendini düşünen kişiliğe sahip, eleştirel ve memnun edilmesi zor, bir çeşit şaşırtıcı cazibesi olan insanların şefkatini sunan kişiler üzerinde belli bir tutku uyandırdıklarını var sayıyorum.
Kadınların diğerlerinin düşünceleriyle daha da çok yaşadıklarından ve onların ilgisini istediklerinden hiç şüphem yok. Onlar birbirini anlamayı ve güvene ulaşmayı, kişiliği keşfetmeyi, yüzeyi delmeyi, belirli bir ilişki ktırmayı isterler. Gene de diğerleriyle ilişki söz konusu olduğunda kadınların erkeklerden genellikle daha az duygusal ve hatta daha az ılımlı olduklarına ve karakterin daha atik ve daha doğru bir sezgisine sahip olduklarına inanıyorum. Yani, bu iki cinsiyet birbirlerinin bakış açılarını asla gerçekten anlayamazlar, çünkü hiçbir yaratıcılık ana farkın uçurumundan geçemez, gene de ben kadınların erkekleri, erkeklerin kendilerini anladığından daha iyi anladıklarından eminim. Tüm güdüleri, tuhaf bir şekilde, tamamen farklıdır ve erkekler kadınların meslek sorununa yüklediği göreli önemsizliği asla anlayamazlar. Meslek erkekler için hayatın belirli ve ayrı bir bölümüdür, kendi içinde önemli ve çok ilginç bir şeydir, diğer güdülerden veya nedenlerden ayrı tutulmaktadır. Oradaki duygu akımı ne olursa olsun, bir şeyler yapmak, bir şeyi yapmak, bir şeyler üretmek isteği her zaman vardır. O, erkekler içinde kendi içinde bir sondur ama kadınlar için bu böyle değildir. Çünkü kadınlar işi çoğunlukla bir gereklilik olarak görürler, ama bu ilgi çekici bir gereklilik değildir. Bir kadının işinde, bunun sonunda genellikle uğruna ya da birlikteliğinde işin yapıldığı bir insan vardır. Bu büyük ihtimalle büyük ölçüde eğitim ve geleneğin sonucudur ve büyük değişimler bu günlerde kadınların kendilerine iş bulmaları yönünde ilerlemektedir. Fakat öğretmenlik gibi bir meslek örneğini ele alın, bir erkek için yapılan işe tepki duymadıkları sürece öğrencilerinin doğalarına belli bir ilgi duymadan yararlı ve yetenekli bir öğretmen olmak biraz olasıdır. Fakat bir kadın bu, kişisel olmayan tutumu zor edinir. Ve bu, kadını hem daha çok hem de daha az yararlı yapar. Çünkü insanlar tarafsız ilgi .görmeyi değişmez şekilde tercih ederler ve bu, kural itibariyle kadınlar için daha zordur ve bu yüzden de davranışı etkilemekte olan karışık bir konuda, bir kadın gerçekten ne olduğu konusunda bir erkekten daha sağlam yorumlarda bulunur ve belki de sert bir bakış açısı edinmeye daha yatkındır. Bir Galileo'nun tutumu bir öğretmen için genellikle işe yarar bir tutumdur, çünkü kızlar ve erkekler kendilerini ilgilendiren konularda kendilerini geliştirmeyi öğrenmek zorundadırlar.
Yani, diğerleriyle ilişkileri içeren durumlarda, kadınlar endişe duymaya ve kişisel sorumluluğun baskısına daha yatkındırlar. Ve sorun, bunun ne dereceye kadar yapılması gerektiği, kadın ve erkeğin ne dereceye kadar diğerlerinin yaşantılarını üstlenmeleri gerektiği ve yöneten kişi için kişisel egemenliğin yerini daha spontan güdülerin alması isteğine izin vermesinin sağlıklı bir davranış olup olmadığıdır.
Diğer yaşamların yönünü üstlenenler gerçek bir anlayıştan çok, güç hissinden etkilenirken, en çok yardım ve destek isteyen kişiliklerin kendilerini diğer insanları ilgilendiren bir pozisyonda bulmanın bencil isteğiyle harekete geçmeleri çok sık gerçekleşen bir olaydır.
Fakat herkesin alması gereken en büyük risklerin duygularımızda olduğu açıktır. Severek, kendimizi en karanlık ve en ağır kaygılara yatkın hale getiririz. Gene de bu noktada, ben inanıyorum ki bu durumdan hiç şüphe duymamamız gerekir. Ve kendisine " Sevgimi bu insana ve şuna sunmaktan zevk almam lazım, fakat ben bunu sınırında tutacağım çünkü bunun getirebileceği acıdan korkuyorum." diyen bir erkeğin Tanrı'nın krallığından çok uzakta olduğunu söylüyorum. Çünkü aşk, belli bir yüksekliğe eriştiği takdirde, kaygıyı tamamen küçümseyebilecek ve yenebilecek bir özelliktir. Hırs, zevk ve enerji başarısız olduğu zaman, sevgi umut ve güvenle beraber karanlık kapıda bize eşlik edebilir. Ve böylece biı, hata yapmamızın zor olduğu bir şey haline gelir. Eğer sevgi ölüme kadar yaşamını sürdürmezse, o zaman hayat hiçlik üzerine kurulmuştur ve vazgeçmekten hoşnut olabiliriz, ama bunun yaşamı sürdüren tek şey olması daha doğrudur.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.