hazret-i Ali’ye tâbi olanlarla hazret-i Muâviye’ye uyanlar arasında ictihad ayrılığı sebebiyle 657 (H.36) senesinde Sıffîn denilen yerde meydana gelen vak’a.
656 (H.36) da meydana gelen Cemel Vak’asından sonra Basra’dan Kûfe’ye dönen hazret-i Ali, Şam’da bulunan hazret-i Muâviye’ye elçi göndererek, Müslümanların birliği ve huzûru için kendisine bîat etmesini istedi. Muâviye radıyallahü anh hazret-i Ali’nin elçisini iyi karşılayıp iltifatlarda bulundu. Fakat hazret-iAli’nin kendisine bîat edilmesi yolundaki isteğine müspet veya menfî bir cevap vermedi. Hazret-i Ali’nin elçisi Şam’dayken, Müslümanların birleşmesini istemeyen İbn-i Sebe’ taraftarı fitneciler; “Ali Osman’a gadr ve zulüm etmiş, bütün memleketleri ele geçirmiş, pekçok asker toplayarak bu tarafa hücûm edip, bütün Şam ahâlisini katl edecekmiş. Ona Muâviye’den başka kimse mâni olamaz. Derhal onun etrâfında toplanınız ve müdâfaaya hazır olunuz!” diyerek çeşitli kışkırtıcı faâliyetlerde bulundular. Şam ahâlisini hazret-i Ali’ye karşı, harekete geçirdiler. Şam halkı arasındaki karışıklığı gören, hazret-i Ali’nin elçisi Kûfe’ye dönünce olanları hazret-i Ali’ye anlattı. Hazret-i Ali gönderdiği elçinin bu şekilde geri dönmesi sebebiyle Şam üzerine yürümek gerektiği ictihadında bulundu ve ordu hazırladı. Bunu haber alan hazret-i Muâviye de ordu hazırlayıp Şam’dan hareket ederek Fırat’ı geçti. Öncü birliklerini ileri gönderdi. Bu öncü birlikleri hicretin 36. yılı sonlarında Bâbil Harâbeleri yakınındaki Sıffîn Ovasında karşılaştılar. İki taraf arasında çok az mesâfe vardı.
Hazret-i Ali, hazret-iMuâviye’ye elçi göndererek harbe baş vurarak kan dökmek istemediğini, bu sebeple kendisine bîat edilmesini istedi. Fakat elçiler müspet bir cevap alamadan geri döndüler. Elçilerin gelip gitmesi esnâsında boşluktan istifâde eden İbn-i Sebe’in adamları iki tarafın ön saflarına geçerek mübâreze tarzında harbi başlattılar. İki taraf arasında elçiler tekrar gidip geldiyse de bir netice alınamadı. Küçük grupların çarpışmasıyla devam eden harp toplu hücûm şekline döndü ve kısa zamanda şiddetlendi. Müslümanlar kendilerini harbin içinde buldular. Hazret-i Ali’nin ordusu gâlibiyete doğru gidiyordu. Her iki taraftan da çok sayıda şehit düşenler oldu.
Bu sırada hazret-i Muâviye’nin ordusunda bulunan askerler daha fazla Müslüman kanı dökülmesinin önlenmesi ve sulh yolunun açılması için mızraklarının ucuna mushaflar takarak havaya kaldırdılar. İçlerinden birisi de;“Allah’ın kitabı sizinle aramızda hakemdir!” diye bağırdı. Hazret-i Ali bu durumu ihtiyatla karşıladı. Müslümanları karşı karşıya getiren İbn-i Sebe’ taraftarları hazret-i Ali’nin gâlip olması ve ortalığın yatışması hâlinde başlarına geleceği bildiklerinden harbin durdurulması için harekete geçtiler. Sûret-i haktan görünerek, iki tarafta da yaygara ve kışkırtıcılıkla meşgul olan İbn-i Sebe’in adamları hazret-i Osman’a yaptıklarını hatırlatarak tehditte bulundular. Neticede harp durduruldu. İki taraf arasında karşılıklı elçiler gidip geldi. Her iki taraftan birer hakem tâyin edilmek sûretiyle anlaşmaya varılması kararlaştırıldı. İki taraf aralarında hakem tâyiniyle ilgili sözleşmeyi yazıp imzâladılar. Hazret-i Muâviye taraftarlarından Amr bin Âs, hazret-i Ali’nin saflarından ise Ebû Mûsâ el-Eş’arî hakem tâyin edildi. Bu anlaşmayla Sıffîn Savaşı fiilen sona erdi.
Anlaşmanın yazılmasından sonra hazret-i Muâviye ordusuyla birlikte Şam’a döndü. Hazret-i Ali de Kûfe’ye gitmek üzere yola çıktı.
İki tarafın anlaşmasını istemeyen, sönmeye yüz tutmuş olan fitne ateşini körüklemeye çalışan ve daha önce harbin durdurulmasını ve hakem tâyinine râzı olunmasını isteyen İbn-i Sebe’ taraftarları, hazret-i Ali’nin hakem tâyinine râzı olmasına karşı çıktılar. Hazret-i Ali’nin ordusu içinde fitne tohumları ekmeye başladılar. On iki bin kişilik bir grup hakem tâyin edilmesi husûsunda hazret-iAli’ye karşı çıktılar. Kûfe’ye yaklaştıkları sırada ordudan ayrılarak Harûrâ’ya gittiler. Hazret-iAli onları iknâ etmeye çalşıtıysa da kabul etmediler. Daha sonra kendilerine Hâricîler adı verilen bir bozuk fırka ortaya çıktı.
Sıffîn Vak’ası Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği üzere bir ictihad ayrılığı idi. Her müctehidin kendi ictihâdına uyası lâzım olduğu için ayrılık oldu. Yoksa dünyâ hırsı için değildi. İmâm-ı Şâfiî hazretleri buyuruyor ki: “Allahü teâlâ ellerimizi o kanlara bulaştırmadığı gibi biz de dilimizi karıştırmayalım.” Bundan anlaşılıyor ki, onlara hatâ etti demmek bile câiz değildir.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.