Herhangi bir hareketi düzenli aralıklarla parçalara bölerek, bunların resimlerini belirleme ve sonra bunları gösterici yardımıyla, karanlık bir yerde, bir ekran üzerinde yansıtarak hareketi yeniden oluşturma işi. Sinema sözcüğü, Fransa'da Lumiêre Kardeşler tarafından bulunan kameraya, Yunanca kinima sözcüğünden yararlanarak takılan sinematograf adının kısaltılmışıdır. Film kamerası konusundaki ilk ciddi adımlar Thomas Edison ve yardımcısı W. K. L. Dickson tarafından atılmıştır.
Sinema sanatı 20. yüzyılda gelişmiştir. Sinema yoluyla belirli bir öykü anlatma, Fransız yönetmen Georges Melies ile başladı. Film pazarı önceleri Fransızların elindeydi. Sonradan ABD'de kurulan yapımcı şirketlerin eline geçti. 1927'ye kadar bütün filmler sessizdi. İlk sesli film 1927 de çekilen şarkıcı Al Jolson'un oynadığı Caz Şarkıcısı'dır. Renkli sinemaya geçiş dönemiyse 1930'larda oldu. Üç temel renk kullanımına dayanan technicolor yöntemi, ilk kez Walt Disneyin Üç Küçük Domuz (1933) adlı çizgi filminde kullanıldı.
I. Dünya Savaşı'ndan önceki dönemde Avrupa ülkeleri sinema alanında oldukça ileriydiler. Savaşla birlikte Avrupa sineması çöküntüye uğradı. Aynı dönemde Amerikan sineması gelişmeye başladı. David Griffith, sinemada klâsik anlatım üslübunun öncüsü oldu. Mary Pickford 1928'de imzaladığı anlaşmayla starlık dönemini başlattı. Charlie Chaplin gibi unutulmaz sanatçılar doğdu.
II. Dünya Savaşı yıllarında çevrilen önemli filmler arasında, Frank Capra'nın Neden Savaşıyoruz, Orson Welles'in Yurttaş Kane, John Ford'un Gazap Üzümleri sayılabilir. Aynı sıralarda, SSCB'de de Ayzenştayn Korkunç İvan'ı, çekti. 1950'lerde ABD'nin önemli filmleri arasında, George Steves'in Vadiler Aslanı, Elia Kazan'ın Rıhtımlar Üzerinde, Vincente Minelli'nin Paris'te Bir Amerikalı filmleri sayılabilir. 1960'ların sonlarına doğru ABD'de Arthur Penn, Sam Peckinpah, Robert Altman, Dennis Hooper, Stanley Kubrick gibi yönetmenler, Hollywood'un cinsellik, şiddet ve milliyetçilik gibi kalıplaşmış sinema anlayışının dışına çıkan filmler yaptılar. Sydney Pollack'ın Büyük Dünya Bunalımı'nın(1929) insanlar üzerinde yaptığı etkiyi anlatan Atları da Vururlar (1969), Arthur Penn'in Bonnie ve Clyde (1967), Stanley Kubrick'in 2001 Space Odyssey gibi etkileyici filmleri perdeye geldi. 1970'lerde ve 1980'lerin başlarında son derece etkileyici ses ve görüntü efektlerinin kullanıldığı heyecan dolu serüven ve bilim kurgu filmleri çekildi. George Lucas'ın Yıldız Savaşları (1977) ile Steven Spielberg'in Jaws (1975), Kutsal Hazine Avcıları (1981) ve E.T. (1982) adlı filmleri gişe rekorları kırdılar. Bu filmlerin yanı sıra, Robert Altman, Michael Cimino, Francis Ford Coppola, Martin Scorsese ve Milos Forman gibi yönetmenler toplumsal sorunları konu alan filmler çektiler. Bunlar; Altman'ın Mash(1970), Cimino'nun Avcı (1978). Scorsese'nin Taksi Şoförü (1976), Coppola'nın Baba (1972), Forman'ın Guguk Kuşu adlı filmleri önemli yapıtlardır.
Sinemanın Türkiye'ye girişiyse çeşitli kaynaklara göre Yıldız Sarayı'nda ve halka açık gösterilerle başlar. 1908 yıllarından başlayarak çeşitli kentlerde halka açılan sinema salonları, gösterilerini yabancı uyruklu ve Türkiye'deki azınlıkların egemenliğinde sürdürürken, devreye Cevat Boyer'le Murat Bey'ler girdi ve Şehzadebaşı'nda Milli Sinema adı verilen ilk Türk sinema salonu 1914'de açıldı. Birinci Dünya Savaşı'nın başladığı günlerde yedek subaylığını yapan Fuat Uzkınay, Türk sinema tarihinin ilk filmini çekti. Bir yıl sonra Harbiye Nazırı Enver Paşa'nın emriyle Merkez Ordu Sinema Dairesi kuruldu. Türkiye'de sinemayı tanıtma konusunda büyük katkıları olan Sigmund Weinberg de bu kurumun başına getirildi. İlk dramatik filmlerse 1918'de çekilmeye başlandı. 1919'da çekilen Mürebbiye ve Binnaz adlı filmler, bu türün ilk örnekleridir. 1921'de dönemin ün yapmış güldürü sanatçısı olan tiyatro oyuncusu Şadi Fikret Karagözoğlu, Bican Efendi Vekilharç adlı 22 dakikalık kısa filmiyle Türk sinemasında ilk güldürü tipini yarattı. İlk sinema şirketiyse yine 1921'de Sinema İşçileri Şirketi adıyla kuruldu. Yabancı filmleri ithal etmek amacıyla kurulan şirket, çalışmalarını 1928'li yıllara kadar sürdürdü. 1922'de Muhsin Ertuğrul'un yurda dönüşü ve ilk özel yapımevi olan Kemal Film şirketinin kuruluşuyla Türk sinemasında yeni bir dönem başladı. Birkaç yıl sonra başka yapım evleri de kurulmaya başlandı. 1934'de Ertuğrul'un ikinci kez perdeye uyarladığı Leblebici Horhor Ağa, Venedik 2. Uluslar Arası Film Şenliği'ne övgüye değer bulundu. 1933 yılında Dârül Bedayi oyuncusu olarak sinemaya giren Cahide Sonku Türk sinemasının ilk kadın yıldızı oldu. Bu tarihten sonra çok sayıda yapım şirketi ticaret hayatına atıldı. 1946'da bu alandaki ilk sivil toplum örgütü olan Yerli Film Yapanlar Cemiyeti'nin kuruldu. Yurt içinde Türk sinemasının ilk resmi yarışması da aynı yıl Yerli Film Yapanlar Cemiyeti tarafından düzenlendi. 1949'da Lütfi Ö. Akad Türk sinemasının gelişim tarihi içinde çok önemli yeri ve gerçekçi bir Kurtuluş Savaşı filmi olan Vurun Kahpeye ile yeni sinema anlayışının ilk belirtilerini ortaya koydu. Dönemin en önemli filmi olan Kanun Namına ile Türk sinemasında ilk büyük yıldızı olan Ayhan Işık'ı geniş halk kitlelerine tanıttı. Aynı dönemde, 1950 öncesi Münir Nurettin Selçuk'la başlayıp biten şarkılı filmler dönemi bu kez Zeki Müren'le sürdürüldü. 1961 İstanbul Belediyesi, Sanat Festivali'ne ek olarak, bir "Yerli Filmler Yarışması" düzenledi. İzmir'de düzenlenen I. Sanat Festivali'ne bu yıl sinema dalı da eklendi. Aynı yıl, Sami Şekeroğlu'nun girişimleriyle, Kulüp Sinema 7 adında ilk özel sinema kulübü kuruldu. Metin Erksan; Fakir Baykurt'un aynı adı taşıyan romanından uyarladığı Yılanların Öcü ile edebiyat-sinema ilişkilerinin başarılı bir örneğini verdi. 1963'de Türk Film Prodüktörleri Cemiyeti ve Sine-İş (Sinema İşçileri Sendikası) kuruldu. 1964'de Berlin Film Şenliği'nde Türk sineması ilk büyük zaferini kazandı. Metin Erksan, bu uluslar arası şenlikte en iyi film seçilen Susuz Yaz'la büyük ödülü kazandı. Türk Film Prodüktörleri Cemiyeti ve Antalya Belediyesinin ortak girişimleriyle, sinema tarihimizin hâlâ sürmekte olan I. Antalya Film Festivali düzenlendi. Bir yıl sonra Türk Sinematek Derneği kuruldu. 1960'lı yılların sonuna doğru Türk sinemasında yeni bir avantür filmler modası başladı. Başta Killing olmak üzere, Baytekin, Fantoma, Mandrake, Uçan Adam gibi kahramanları yabancı kökenli pek çok film yapıldı. 1970'lerde televizyonun ve 1980'lerde videonun yaygınlaşmasıyla eski izleyicisini büyük ölçüde yitiren Türk sineması ciddi finansman güçlükleriyle karşılaştı. Buna karşın 1982'de yurt dışında Türk sineması bir altın çağ yaşadı. Yılmaz Güney'in senaryosunu yazıp Şerif Gören'in yönettiği Yol, 35. Cannes Film Şenliği'nde Costa Gavras'ın Missing/Kayıp adlı filmiyle birlikte en iyi film seçilerek büyük ödül Altın Palmiye'yi paylaştı. 1990'lı yıllardaysa Türk sinemasının dışa açılma çabaları olumlu sonuçlar vermeye başladı.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.