Servet-i fünun şâiri. 1869 senesinde Diyarbakır’da doğdu. Babası şâir ve târihçi Said Paşadır. Tahsile 1874’te Maraş’ta başladı. Maraş’tan Diyarbakır’a döndüklerinde, Nazif rüştiye (ortaokul)de tahsiline devam etti. 1879’da Mardin’e babasının yanına döndüğünde, babasından dersler almaya ve bir ermeni papazından Fransızca öğrenmeye başladı. 1892 yılında babasını kaybettikten sonra, Sırrı Paşanın vâliliği sırasında Diyarbakır’da bâzı görevlerde bulundu ve 1893 yılında Meclis-i Vilâyet ikinci kâtipliği, Vilâyet Matbaası Müdürlüğü ve Vilâyet Gazetesi başyazarlığına tâyin edildi.
1869 senesinde Ermeni meselesini tetkik için Diyarbakır’a gelen Abdullah Paşanın takdirini kazanarak onun yanında terfiyle Musul’a gitti. Burada ve tekrar geldiği Diyarbakır’da fazla kalmayıp İstanbul’a geldi. Fakat Sultan Abdülhamîd Han aleyhine yazdığı yazılar sebebiyle, Paris’e kaçtı. Paris’te kaldığı sekiz ay müddetince Meşveret Gazetesi’nde, Sultan Abdülhamid Han aleyhine yazmaya devam etti. Ayrıca 1897 yılında yine Paris’te Mâlûm-i Îlân ve Nâmık Kemâl adlı iki risâle yazdı.
Süleyman Nazif, tekrar yurda döndüğünde Bursa’da vilâyet mektupçuluğu göreviyle, ikâmete memur edildi. 1908 yılında İstanbul’a dönüp gazetecilik yapmaya başladı. Bir ara Ebuzziya Tevfik ile, yeni Tasvir-i Efkâr Gazetesi’ni çıkardı. Ancak gazete tutunamayıp kısa sürede kapandı. Fakat bu Nazif’in yazar olarak tanınmasına yaradı. Yazılarında ise zaman zaman sert çıkışlar dikkati çekiyordu.
Süleyman Nazif, bundan sonra bir süre çeşitli vâliliklerde bulunmuşsa da, bunları hakkıyla başaramadığı için idârî hizmetleri tamâmen bırakıp yazarlıkta karar kılmıştır.
Sanatı: Süleyman Nazif, nazım kadar nesirde de faaliyet gösterenlerdendir. Fakat nesir dalında ancak 1908’lerden sonra kendini göstermiştir. Küçük yaşından îtibâren Namık Kemal’in etkisinde kalmıştır. İlk şiirlerinde ferdî duygulanışların yanında sosyal dâvâlarla da ilgilendiği görülmekteydi.
Servet-i fünuna bağlı olduğu zamanlar, onların görüşü olan “sanat sanat içindir” formülüne uyarak yazdığı şiirlerinde, hüzünlü duygular, mat bir aydınlıktaki hayaller işlendi.
1908’den sonra kullandığı nesir, dil ve üslupça Servet-i fünundan gelen özelliklerin devam ettirilmesi ve geliştirilmesiyle vücuda gelmiştir. Nesrinde fikir ve bilgi kuvvetiyle irâdenin mantıkî bir düzen içinde seyrini görmek mümkündür. Ancak fikirlerinin kökleri dâimâ hisleri ve heyecanlarıdır. Fikirleri, zamanla ve içinde bulunduğu ruh durumuna göre şekil aldığından, yazılarında, birbirine zıt fikirlere rastlanır.
Nesirlerinde inandırma kâbiliyetinin olmasına rağmen tenkitlerinde sık sık hislerinin tesirinde kalmış ve taraflı davranışları görülmüştür.
Şiirlerinde de yaşadığı devirlerin politik düşüncelerinden aldığı ifâdeler, Osmanlı devlet adamlarına hissî saldırılar ve heyecanlı hücumlara yer vermiştir. Süleyman Nazif, bir fikir adamı, idâreci, devlet adamı değil, his ve heyecanlarına bağlı bir şâir ve edebiyatçıydı.
Süleyman Nazif’in taraflı tutumuna bir başka örnek de şudur. Kendisinin Bağdat vâliliği sırasında, 1877-78 Osmanlı-Rus Harbinde Balkanlarda Şıpka Geçidinde seçme Türk birliklerinin mahvına sebep olan Müşir Süleyman Paşaya, bir mezar ve mezarının başına bir hitabe yaptırmak istemişse de bunu gerçekleştirememiştir.
1917 senesinde Batarya ile Ateş ve Âsitan-ı Târihte 1918’de Irak’ın İmparatorluktan ayrılmasını anlatan Firak-ı Irak kitaplarını bastırdı. 23 Kasım 1918’de İstanbul’un işgâlini kınamak üzere Hâdisât Gazetesi’nde Kara Bir Gün adlı makâleyi yazdı. Bu yazı üzerine Fransız işgâl kuvvetleri komutanı Süleyman Nazif’in kurşuna dizilmesini emretti, fakat sonra bundan vazgeçildi. Yine 23 Ocak 1920 günü Pierre Loti’yi anma toplantısında yaptığı konuşma neticesinde, İngilizler tarafından Malta’ya sürgün edildi. Burada iki yıla yakın bir süre kalmış ve bu sırada 1921’de Çal ÇobanÇal’ı yazmıştır.
1922 başlarında Millî Mücâdelenin başarılı olması üzerine, İstanbul’a döndü ve yazı faaliyetlerine yeniden başladı. Aynı yıl İstanbul Öğretmen Okulunda, Nâmık Kemâl hakkında verdiği konferansı aynı isimle; son Osmanlı Pâdişâhı Sultan Vahideddin Hana şiddetle hücum ettiği mektuplar ve makâlelerini Târihin Yılan Hikâyesi adıyla bastırdı. Malta Geceleri, Çalınmış Ülke’yi 1924’te bastırdı. 1925’te ZiyaPaşa ve Nâmık Kemâl’i anlatan İki Dost’u, şapka kânunu çıkmadan, şapka giyilmesini destekleyen Îmâna Tasallut-Şapka Meselesi’ni; 1926’da Fuzûlî adlı incelemesi ve Pierre Benort’ın Lübnan Kasrının Sâhibesi adlı tercümeyi bastırdı.
4 Ocak 1927’de geçirdiği Zaturre hastalığı sebebiyle öldü.
ÖnceleriAbdülhamid’e şiddetle çatarken, memleketin fena âkibeti üzerine gerçeği görmüş ve pâdişâhla ilgili olarak:
Pâdişâhım gelmemişken yâda biz İşte geldik senden istimdâda biz Öldürürler başlasak feryâda biz Hasret olduk eski istibdâda biz
dörtlüğüyle başlayan uzun şiirini yazmıştır. Malta’ya sürülmesi üzerine yazdığı Daüssıla şiirinde de şunları söyler:
Dumanlı dağların ağlar gözümde tüttükçe Olur mehâsin-i gurbet de başka işkence Bizim diyâr-ı tahassûrdan etmemiş mi güzer Aceb neden yine lakayd eser nesim-i seher Verirdi belki tesellâ bu ömr-i me’yusa Çiçeklerinden uçan ıtra âşnâ olsa Demek bu mahbes-i âmâl içinde ben ebedî Yabancısıyım bana herşey yabancıdır şimdi
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.