Beğenirsiniz, beğenmezsiniz o ayrı ama Enver Paşa iyi hatiptir. Masayı nasıl yumruklayacağını, sesini nerede titreteceğini iyi bilir. Bir ara Darülfünun talebelerini toplayıp bir konuşma yapar, çocukların hepsi askere yazılırlar. Kurallara göre gönüllü de olsalar muayeneden geçmeleri lâzımdır ki en azından sari hastalık taşıyıp taşımadıkları anlaşılmalıdır. Ancak Paşa’mız “Türk gencinden çürük çıkmaz” buyurur, alayını sağlam sayarlar.
Bunları İstanbul Erkek Lisesinden gelen çocuklarla harmanlar, eğitime meğitime almadan Çanakkale’ye yollarlar. Bir ara Enver Paşa’nın cepheyi ziyaret edeceği tutar ve Hazret sürpriz bir hücumla düşmanı denize dökmeye kalkar. İttihatçılar “sen emret yeter” der, derhal 42 bin kişilik bir güç hazırlarlar. Bizim talebeleri de bu kalabalığa katar, 18 Mayıs gecesi Kumkale siperlerine koyarlar. O gece hücuma kalkacaklar, kalkacaklar ama daha tüfek tutmayı bilmiyorlar. Hem acemilik bu ya sessiz olmayı beceremiyorlar. Zaten İngilizler “Enver Paşa geldiyse şamata kopar” deyip tedbirlerini alırlar. Hücum gece üçbuçukta başlar, lâkin İngiliz kâfiri sadece iki saatte 9 bin fidanımızı kırar. O sene Tıbbiye tek mezun veremez, niçin? Zira hepsi şehit olurlar.
Sekte-i kalp
İşte buna benzer aksaklıklar “Tophaneli Hakkı”yı çok yorar. Doluya koyar almaz, boşa koyar dolmaz, uyku ney tutmaz... Yine kara kara düşündüğü gecelerden birinde yüreği sıkışır, sanki göğsünün üzerine dağ bırakırlar. Hani kurşun deyse neyse... Savaş meydanında başka bahane ile ölmese...
Karargâh hekimi “bu kalp krizi yüzbaşım” der, “şükür atlatmışsınız ama ikincisi takar peşine sürükler. Kesinlikle dinlenmeniz ve hava değişimine çıkmanız gerek.”
Hakkı Yüzbaşı tabyalar pamuk gibi atılırken arkadaşlarını bırakıp eve dönemez. “Sen bana iki gün istirahat yaz yeter” der.
Kurt kapanı
Alman Menter kendi halinde, uysal bir ihtiyardır. Düşman donanmasını izler, izler, izler ve bir gün Cevat Paşayı kenara çekip “elimizde ne kadar mayın var” diye sorar.
-Sanırım 26 tane ama eski model.
-Farketmez. Beni dinlerseniz onları Karanlık Limana döksünler. Ama alışıldığı gibi kıyıya dik değil, paralel dizsinler. Zira düşman gemileri tam burada manevra yapacak, ikmal için geri dönecekler.
-Nereden biliyorsunuz?
-Çünkü Amiral ben olaydım, öyle yapardım.
Göreyim sizi
Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa ihtiyar kurdu dinler. Doğru Mayın Grup Komutanlığına gider. Yzb. Hafız Nâzmi’nin sırtını sıvazlayıp “beni mahçup etme” der.
Hafız Nâzmi mayın döşeme işinin piridir ancak ona bu akşam tereyağından kıl çekecek, iğne deliğinden deve geçirebilecek bir kaptan lâzımdır. Aklına tek isim gelir: “Tophaneli Hakkı!”
Hakkı Yüzbaşıyı bir ranzada halsiz mecalsiz yatarken bulur, hafifçe dürterek uyandırır ve “var mısın bre Tophaneli” der, “seninle donanmanın burnuna kadar sokulalım?” Yzb. Hakkı’nın yorgun vücudunu bir heyecan dalgası yalar, göğsü yine ısınır, nabzı deli deli atar. İhtimal daha dün kriz geçirdiğini söylese arkadaşı özür dileyip gidecektir ama sesini çıkarmaz. Aksine taaa askerî rüştiyeden beri ekmeğini yediği ocağa borcunu ödeyecek olmanın hazzını yaşar. Peki ya kalbi teklerse... Amaaan ölümden ötesi yoktur ya. Hem buraya gelirken hep bir ağızdan “Ya Rabbi şehadet nasip eyle” diye yalvarmamış mıdırlar?
Becerikli tekne
Destan gemileri genelde kırık dökük olurlar, pusulaları bile çalışmaz. Ama ne yalan söyleyelim Nusret yeni ve bakımlıdır. Boyu 40 metre filandır. Gövdesi suya fazla batmadığı için mayınlı alanlarda güvenle dolanır. Silahları ciddiye alınmasa da manevrası kıvraktır. Gelgelelim saldırı maksadıyla inşa edilen gemilerin önünden kaçması imkânsızdır. Yanisi şu ki hem ortalıkta dolanacak hem de görünmemeye bakacaklardır.
Müttefikler “nihai hücuma” hazırlandıkları için Boğaz’ı günlerce tarar, bütün mayınları ayıklarlar. Raporlar temiz gidince içleri rahatlar. Gün batmadan son bir kez tayyarelerle keşif yapar ve muhtemel bir mayınlamaya fırsat vermemek için devriye gemilerini çıkarırlar.
O gece...
Aysız, yıldızsız ve biraz da sislice bir gecedir. Nusret vazifesine hazırdır, kazan çoktaaan yakılmış, sıkıştırılan buhar pistonları zorlamaya başlamıştır. Hakkı Kaptan gece yarısından sonra demir alır, kıvılcımlar görünmesin diye ocakları bastırıp, adeta düşman donanmasının arasına dalar. Olabildiğince sessiz çalışır, mayınları suya bırakırlar. Bunları incecik bir telle bağlayıp su yüzeyinin 4.5 metre altında sabit tutarlar. Elbette Tophaneli Hakkı da insandır, o da can taşır, nitekim kalbi pırpırlamaya başlar. Ama yükleri öyle büyüktür ki ölüm korkusunu bile aşar. Eğer düşman donanması mayınların kokusunu alırsa alayını temizler ve bir anda İstanbul’a dayanırlar. İşte bu gerginlik, bu vebal Yüzbaşı Hakkı’yı ezip ufalar. Tam işlerini bitirip dönüşe geçerler ki biri zırhlı iki devriye gemisi üzerlerine doğru gelir, elleriyle yüreklerine bastırıp nefeslerini tutarlar.
En heyecanlı yerinde kesip “arkası yarın” diyenlere oldum olası kızmışımdır ama n’apalım ki yerimiz bu kadar...
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.