Atatürk yalnızca askerlik alanında bir dahi ve karizmatik bir lider değil, aynı zamanda büyük bir devrimciydi. Türkiye Cumhuriyetinin dünyanın önde gelen, çağdaş ülkelerinin düzeyine ulaşabilmesi ve kültürel açıdan gelişebilmesi için, toplumsal yapının da modernize edilmesi gerektiğinin farkındaydı. Atatürk bu amaçla, 1922 ile 1938 yılları arasında, toplumsal yaşamın her alanında kökten değişiklikler, devrimler gerçekleştirmiştir. Bunların bir bölümü siyaset, hukuk, ekonomi ve eğitim-kültür alanındadır; bir bölümü de doğrudan toplum yapısına yöneliktir. Toplumsal alanda yapılan devrimlerin başında hilafetin kaldırılması gelir.
Saltanatın kaldırılmasından ve son padişah Vahdettin'in İstanbul'dan ayrılmasından sonra, TBMM'nin 18 Kasım 1922'de halife seçmiş olduğu Abdülmecit Efendi, eski rejim yanlılarının tek umudu haline gelmişti. Bu durumdan güç alan Abdülmecit Efendi de, yeniden törenler düzenlemeye, demeçler vermeye bazı İslam ülkelerinin kendisine bağlılık bildirmeleri üzerine, İslam dünyasının önderi tavrı takınmaya başlamıştı. Bu durumun yeni kurulmuş cumhuriyet yönetimi için tehlikeli olabileceğini kavrayan Atatürk, İzmir'deki ordu tatbikatları sırasında ordu komutanlarına hilafetin kaldırılması konusunda düşüncesini açıklayıp, yasanın meclis gündemine getirilmesini kararlaştırdı. 1 Mart 1924'teki bütçe görüşmelerinde halifeye ve Osmanlı hanedanına verilecek ödenek konusunun gündeme getirilmesinden sonra, 3 Mart 1924't kabul edilen yasayla, halifelik kaldırılıp, ilerde saltanat ve halifelik iddiasında bulunmamaları için Osmanlı hanedanı üyelerinin de yurt dışına çıkarılmaları kabul edildi.
Osmanlı Döneminde halkın giyimi modern dünyanınkinden farklıydı. Özellikle kadınların kıyafetleri oldukça ilkeldi. Erkekler bulundukları sınıfa göre çeşitli başlıklar takıyorlardı. Halkını her alanda çağdaş ve uygar düzeye çıkarabilmek için değişiklikler tasarlarken, dış görünüşüyle de bunu vurgulaması gerektiğine inanan Mustafa Kemal, 25 Ağustos 1925'te Kastamonu'ya yaptığı bir gezide başına şapka giyip, "Buna şapka derler" diyerek halka şapkayı tanıttı. Bu konuşmasında "fikrimiz, zihniyetimiz tepeden tırnağa kadar medeni olacaktır" dedi. Bu gezide halkı başı açık olarak selâmladı. Şapkanın sağlık, ekonomi ve estetik açıdan önemini anlattı. Üç ay sonra, 25 Kasım 1925'te Şapka Giyilmesi Hakkındaki Kanun çıkarılıp, dinsel giysilerle sokakta gezilmesi yasaklandı. Selâm yerine geçen yerden temennalar, eli göğsüne götürmek yoluyla yapılan işaretler kalktı. TBMM'de aynı dönemde toplantılara frak giyilerek başlandı. Meclis başkanı kürsüye frak ve başında silindir şapkayla çıktı. Bu kıyafet gelenek olarak meclis başkanlarınca sürdürüldü.
Çarşafın yasaklanmasıyla, Türk kadını toplumda hak ettiği saygınlığa kavuştu, böylece dinamik bir toplum yapısı kurulması yönünde önemli bir adım daha atılmış oldu. Kadınların giyim kuşamının yanında kadın hakları konusu da ilk ele alınan konulardan biriydi. 1930 yılında kabul edilen Belediye Kanunu ile kadınlara belediye seçimlerine katılma hakkı tanındı. 1934 yılında da seçme ve seçilme hakkı tanındı. Atatürk Devrimleri ile birlikte, yüzyıllar boyunca ihmal edilmiş olan Türk kadınına yeni haklar tanındı. Kabul edilen Medeni Kanun gereğince bundan böyle kadınlar da erkeklere tanınan haklara sahip olacaklar, resmi görevlere atanabilecekler, oy verme ve Türkiye Büyük Millet Meclisine seçilebilme hakkına sahip olabileceklerdi. Tek eşlilik ilkesi ve kadınlara tanınan eşit haklar, Türk toplumuna bir canlılık kazandırdı. Cumhuriyet'in ilk yıllarında soyadı kullanmak zorunluluğu getirilmemişti. Bu yüzden çeşitli zorluklarla karşılaşılıyordu. Bu durum Medeni Kanun'un kabul edilmesinden sonra değişti. Uygar ülkelerde olduğu gibi kişilerin soyadı alması uygun görüldü. 21 Haziran 1934'te Soyadı Kanunu ile sorun çözüldü. Mustafa Kemal Paşa'ya Atatürk soyadı verildi. Cumhuriyetin ilânından sonra Atatürk, yeni kurulan bir ülkede din kurumlarının da yeni baştan düzenlenmesi gerektiğini düşünüyordu. Çünkü başlangıçta yalnızca din konularıyla ilgilenen, farklı düşünce sistemleri geliştirerek taraftarlarını çoğaltmaya çalışan tarikatlar, zaman içinde Osmanlı siyasal yaşamında etkili rol oynamaya, çıkarları tehlikeye düştükçe halkı ayaklandırmaya yönelmişlerdi. Bu etkinliklerini cumhuriyetin ilânından sonra da sürdürmeye kalkışmaları ve Menemen Olayı, Şeyh Sait Ayaklanması gibi şeriattan yana ayaklanmalara yol açmaları nedeniyle bu alanda en kısa zamanda köklü değişikliklere gidilmesi gereği kendini gösterdi. "Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler memleketi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat medeniyet tarikatıdır. Türkiye Cumhuriyeti her alanda doğru yolu gösterecek, uyaracak güçtedir. Biz uygarlığın bilim ve fenninden güç alıyoruz ve ona göre yürüyoruz. Başka bir şey tanımayız" diyen Atatürk'ün sözleri ışığında harekete geçilerek, 30 Kasım 1925'te çıkarılan yasayla tekkeler ve zaviyeler kapatıldı.Ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti içinde hiçbir tarikat, tarikata mensup hiçbir şeyh ve derviş olamayacağını, bunlara mensup özel kisve ve unvanları kaldırdığını ilân etti. Ardından TBMM, 26 Aralık 1925 tarihinde batı ülkelerin kullandığı milâdi takvimi kabul etti. 1 Ocak 1926'dan başlayarak bu takvim kullanılmaya başlandı. Hafta tatili cumadan pazara alındı. Alaturka denilen yaz kış güneşin battığı anı 12 olarak gösteren saatin yerine, alafranga saat kabul edildi. 1931 yılında ağırlık ölçüsü olarak kullanılan okkanın yerine kilogram (kg) ve metre (m) sistemi kabul edildi. Böylece, ticaret ve ekonomide işler daha kolaylaşarak, ülkede tam bir ölçü düzeni sağlandı.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.