Toprak Hukuku - Bilgiler
08/04/2014 23:30
Alm. Landrecht (n), Fr. Droit Foncier (m), İng. Land law. Bir devletin sınırları içindeki toprakların mülkiyetini ve kullanılmasını düzenleyen hukuk dalı. Arâzi ve onunla ilgili hukûkî müeyyide ve kuralları ortaya koyar.

Toprak hukûku, diğer birçok hukuk dalını yakından ilgilendirmektedir. Doğuşundaki gâyesi îtibâriyle bir kamu (amme) hukûkudur. Toprakla ilgili alım-satım, kirâ, rehin (ipotek) gibi sözleşmelerin hukûkî müeyyidelerini düzenlemesi bakımından da bir özel hukuk niteliği arz etmektedir. Fakat devlet tarafından dağıtılan toprakların belli bir müddet satılamaması veya kirâya verilememesi şartı her zaman konulabilmektedir. Bundan dolayı toprak hukûku tam bir özel hukuk niteliği de taşımamaktadır.

İnsanlarla toprak arasındaki ilişki, insanlık târihiyle başlar. İlk insan Âdem aleyhisselâmdan beri toprak, insanın bir ihtiyaç maddesidir. Bu ihtiyacın elde edilmesi ve kullanılması, zaman zaman insanlar arasında bir takım ihtilâfların doğmasına ve çeşitli harplerin yapılmasına sebep olmuştur. Bir toprağa sâhip olmak hakkı ve bu hakkın kimseye zarar vermeden kullanılması her devirde bir hukûkî düzenlemeye ihtiyaç göstermiştir. Gerek devletlerle fertler arasında ve gerekse fertlerin birbirleriyle olan münâsebetlerinde ihtiyaç hissettikleri bu hukûkî düzenlemelerin hepsine birden “Toprak Hukûku” demek mümkündür.

Bir toprağın mülkiyetine sâhip olunması, devletin veya fertlerin sâhip olduğu bu toprağın kullanılması ve hattâ veriminin arttırılması için bir takım yeni usûllerin konulması, her devirde toprak hukûkunun konusu olmuştur. Düşmanla yapılan harplerde ele geçen toprağın mülkiyetinin veya sâdece tasarrufunun taksimi, bataklık gibi ölü arâzilerin kullanılır hâle getirilmesi için bir takım kânunî müeyyideler konulmuştur. Zaman zaman devlet tarafından, fertlere toprak dağıtılması ve bunun kullanılması usûlleri de toprak hukûkunun içinde yer almaktadır.

Toprak hukûkuyla ilgili en eski düzenleme Roma Hukûkunda görülmektedir. Bu devletin toprak hukûkunu düzenleyen hukûkî müeyyideler, sistemli ve pratik değildi. Sık sık değişiklik gösteriyor ve başa geçen her imparatorun arzusu istikâmetinde şekil alıyordu. Toprak hukûkuna âit, ilk sistemli ve devamlılık arz eden hukûkî düzenleme İslâm dîniyle ortaya konmuştur. Peygamberimiz ve O’nun dört halifesi devrinde, harplerde ele geçen toprakların dağıtım ve kullanılmasını düzenleyen hukûkî müeyyideler yürürlüğe girmiştir. Bilhassa hazret-i Ömer devrindeki düzenlemeler daha da geliştirilerek, Osmanlı Devletinin bütün topraklarında altı yüz sene yürürlükte kalmıştır.

Roma’da Toprak Hukûku:

Bütün Roma toprakları için “Terra” ifâdesi kullanılırdı. Terra, zirâate elverişli olan ve olmayan bütün toprağı ifâde ederdi. Roma’da genellikle zirâate elverişli topraklar dağıtılırdı. Fakat, ölü toprakların dağıtıldığı da görülmüştür. Devlet bunları “ihyâ usûlü” ile, yâni fertler tarafından zirâate elverişli hâle getirmeleri şartıyla dağıtırdı. İhyâdan sonra ihyâ eden kişi mahsulden bir miktarını vergi olarak (arâzi vergisi) verirdi. Terra’ya, kimsenin mülkiyetinde olmayan yerler, bataklıklar, mer’alar da dâhildi.

Roma’da bir de Ager denilen toprak grubu vardı. Ager, zirâate elverişli olan veya üzerinde zirâat yapılan toprakları ifâde ederdi. Gerek devlete âit olsun, gerek ferdî mülkiyete ve hattâ yabancı şahıslara âit olsun, zirâate elverişli bir toprak Ager idi. Ager toprak üç çeşitti: Ager publicus, Ager privatus ve Ager redditus.

Ager publicus: Devlete âit olup, zirâat yapılabilen arâzidir ki, herşeyden evvel toprak dağıtımında esas olan topraklar bunlardır. Ager publicus, ücret mukâbili fertlere satılıp, husûsî mülkiyete geçirilebilirdi. Satışı Quastorlar yaptığı için, bu şekilde ferdî mülkiyete geçen arâziye Ager Quaestorius denirdi.

Ager privatus: Ferdî mülkiyete âit olan bir zirâate elverişli topraktır. Toprak konumlarıyla bu tip topraklar da ücret mukâbili sâhiplerinden alınarak topraksız vatandaşlara verilirdi.

Ager redditus: Roma Devleti fethettiği yerlerdeki zirâate elverişli arâziden bir kısmını oranın halkına bırakmaktaydı. Fethedilen devlet arâzisinin bir kısmı o devlete tâbi fertlerin husûsî mülkiyetindeyse, bu mülkiyete dokunmazlardı. Yabancı mâliklerin elinde bırakılır ve zirâate devam etmelerine müsâade edilirdi.

Roma’da ilk defâ “Spirius Cassius” ToprakKânunu çıkarıldı. Daha sonra birçok Toprak Kânunu çıkarıldı. Bunların en önemlilerinden biri de “Sezar Kânunu” idi. Bu kânuna göre toprak dağıtımı en az üç çocuğu olan âilelere yapılacaktı.

İslâmiyette Toprak Hukûku:

İslâm dîninin kendine has toprak hukûku terim ve ıslahatları vardır. Husûsî mülkiyete asla dokunulmamış, ancak ondan arâzi vergisi yerine öşür veya haraç alınmıştır (Bkz. Haraç, Öşür). Mevat (ölü) arâziler hâriç hiçbir toprak öşür veya haraçsız olamaz ve bir arâziden ya öşür veya haraç alınırdı.

Harple ele geçirilen toprağın beşte biri beytülmâlın (hazinenin) olur. Geri kalana üç türlü işlem uygulanırdı:

1. Askere veya başka Müslümanlara taksim edilirdi. Böyle topraktan, her sene öşür alınırdı.

2. Toprak, gayri müslim vatandaşların elinde bırakılır. Bu topraktan haraç alınırdı. Hazret-i Ömer devrinde, fetihler artmış, devletin sınırları genişlemiş ve halkın refah seviyesi artmıştır. Sevâd arâzisi (Mezopotamya) fethedilince, hazret-i Ömer Eshâb-ı kirâmı topladı. Onlarla istişâre etti. Kur’ân-ı kerîmin Haşr sûresi 7, 8, 9. âyetlerinden delil getirerek arâziyi başkalarına dağıtmadı. Eski sâhipleri olan gayri müslimlerin elinde bıraktı. Arâziye de haraç vergisi koydu.

3. Devlet reisi toprağı kimseye vermeyip, beytülmâle verirdi. Böyle toprağa mîrî toprak da denir. Öşürlü veya haraçlı toprağın sâhibi ölüp, hiç vârisi kalmazsa bu toprak beytülmâlın olurdu. Mîrî toprak olurdu. Peşin parayla çiftçiye veya gayri müslim vatandaşlara kirâya verilirdi. Kirâları asker ve subaylar alırdı. Kirâ almak hakkı bulunan askere Timarcı, subaylara Zâim denirdi. Askerin toprağına Timar, subay toprağına Zeâmet, paşa (general) toprağına Hâs denirdi. Beytülmâle âit mîrî toprakları tapuyla kirâlayanların, her sene timarcılara verdikleri mahsûlün onda birine öşür denilmekteyse de, bu verilenler öşür olmayıp kirâ idi. Son zamanlarda mîrî arâzinin çoğu, devlet tarafından vakfedilmiş veya millete satılmış, her iki şekilde, öşürlü olmuştu. Böylece, Anadolu ve Rumeli’deki toprakların hemen hepsi öşürlü olmuştur. Her tarladan öşür veya haraçtan birini vermek lâzımdı.

İslâm hukûku prensiplerine göre idâre edilen Osmanlı Devleti bugünkü batı toprak sisteminden oldukça farklı ve araştırmacıların son derece dikkatini çeken bir toprak sistemine sâhipti.

Osmanlı zamânında beş türlü toprak vardı:

1. Milletin mülkü olan topraklar olup, pek azı haraçlı, pekçoğu öşürlüydü. Mülk olan toprak dört kısımdı. Birincisi; köy, şehir içindeki arsalar veya köy yanında olup, yarım dönümü geçmeyen ve öşürlü veya haraçlı olan yerlerdi. İkincisi, halifenin izniyle millete satılan ve mahsûlünden öşür verilen mîrî tarla ve çayırlardı. Üçüncüsü öşürlü, dördüncüsü haraçlı topraklar olup, bunlar yarım dönümden büyük tarlalardı.

Bu dört çeşit toprağı, sâhibi satabilirdi. Vasiyet edebilirdi ve vârislerine, ferâiz bilgisine göre taksim olunurdu. Halbuki mîrî toprakları peşin para verip tapuyla kullanan kimseler ölürse, bu toprakların parasından borcu ödenmez. Vasiyet edemez. Vârislerin malı olamaz. Bu topraklar kurban nisabına katılmaz. Satılmaz. Yalnız, izinle, para karşılığı, başkasına devir olunabilir. Mîrî toprağı kirâlayan kimse, her şey ekebilir veya kirâyla başkasına ektirir. Üç sene boş bırakılan toprak başkasına verilir. Kirâcı, mîrî toprağa ağaç, asma gibi şeyleri izinsiz dikemez. İzinsiz, binâ da yapamaz. Meyyit gömülmez. Mîrî toprak, tapuyla kirâlamış olanın mülkü olamaz. Bu kimseler kirâcıdırlar. Bu kimse vefât edince, toprağın vârisine kirâya verilmesi âdet olmuştur. Bu, vârisin şer’i hakkı olmayıp, devletçe yapılan bir ihsandır.

2. Vakıf topraklar olup, öşürlüydü.

3. Umûma terk edilen meydanlar, çayır ve benzerleriydi.

4. Beytülmâlın ve hiç kimsenin olmayan dağlar, ormanlar gibi yerler olup, buraları işletip mahsûl alan Müslüman öşür verirdi.

5. Mîrî topraklar. Memleketin çoğu böyle olup, kirâya verilirdi. Sonraları çoğu millete satıldı. Öşürlü toprak oldu.

Dirlik sistemi: Mîrî topraklar, Osmanlı Devleti döneminde oldukça ilgi çekici bir sistemle işletilmiştir. Dirlik sistemi denilen bu usûl şöyle doğmuştur:

İslâmiyetin doğuşundan beri fethedilen arâzinin rekâbesi (mülkiyeti) Devlet Hazinesine “Beytülmâle” kalıyordu. Hükümet bu arâzinin sâdece kullanılmasını fertlere bırakabiliyordu. Osmanlı Hükûmeti, toprakların fertler aracılığıyla işletilmesini “dirlik sistemi” ile hâlletmiştir. Bu şekilde teşekkül eden dirlikler beş kısımdı:

1. Hâs: Senelik hâsılatı 100.000 akçeden fazla olan dirlik. Pâdişâha mensup büyük zevâtla vezirlere ve beylerbeylerine âit olurdu. Her hâs sâhibi, her 5000 akçe için bir cebeli, yâni savaşa hazır mücehhez (teçhizâtlı) asker çıkarmakla mükellefti.

2. Zeâmet: Hâsılatı 20.000’den 100.000 akçeye kadar olan dirlik. Her 5000 akçe için bir cebeli çıkarmakla mükellefti.

3. Timar: Hâsılatı 3000 akçeden 20.000 akçeye kadar olan dirlik. İlk 3000 akçeye müstesna her 3000 akçe için bir cebeli yetiştirmekle mükellefti.

4. Yurtluk: Tersâne mensuplarını, yâhut bir kalenin muhâfızlarını veya bir kasaba veya şehir memurlarının açıklarını karşılamak için verilen dirliklerdi. Sâhibinin iki veya daha çok bölgenin öşürünü tahsil yetkisi vardı.

5. Ocaklık: Asıl îtibâriyle yurtluktan farklı olmayıp, ocaklık sâhibi öşür vergisi yanında gümrük gibi bâzı resim ve vergilerin de toplanmasına yetkiliydi.

Gerek yurtluk ve gerekse ocaklık verilmesi, hudutları muhâfaza ve bilhassa âni savaşta, ordu gelinceye kadar mücâdele veya asıl ordu yetişince ona iltihâk ederek onunla berâber nihâî zafere kadar harbe iştirakten ibâretti.

Dirlik sâhiplerinin yetkileri: Dirlik teşkilâtında hak sâhiplerine “sâhib-i ard” yâni toprak sâhibi denirdi. Bunlar, o dirliğe dâhil olanlardan biri arâzisini satacak olursa, bu satışta tapu memuru vazifesini görürdü. Sâhib-i ard, öşrü kendisine tahsis edilen toprakları, reâyânın (bu toprakları ekip biçen halkın) vazifesini yapmadığı zaman hükümdara vekâleten onun elinden alıp, başka birisine verebilirdi.

Dirliklerin çöküşü ve ilgâsı: Devlete büyük faydaları olan Dirlik Teşkilâtı, Üçüncü Sultan Mehmed Han devrinden îtibâren zayıflamaya başladı. Bunun sebebi, dirlik sâhiplerine normal (asker) yetiştirme külfeti dışında başka mükellefiyetler yüklenmesi olmuştur. Bu çok önemli müessesenin islâhı yoluna gidilmişse de bir türlü düzeltilemedi. Nihâyet 1839 târihli Tanzimat Fermânı ile bütün dirlikler kaldırıldı. Bu fermanla, memur maaşlarının hazîneden verileceği îlân olundu ve mevcut dirliklerin sâhib-i arzlarını mağdur etmemek için dirliklerin hâsılatı, kayd-ı hayat şartıyla onlar lehine gelir olarak maaş şeklinde bağlandı.

Daha sonra 1858 (H. 1274) târihli “Arâzî Kânunu” çıkarılmıştır. Bu kânundan önce Hicrî 892 senesinde hazırlanmış olan “Hüdâvendigar Livâsı Kânunnâmesi”, Hicrî 922 târihli “Biga LivâsıKânunu”, Hicrî 935’te hazırlanmış olan “Kânun Livâ-i Aydın” ve Hicrî 935 senesinde yürürlüğe konulan “Kütahya Livâsı Kânunu” vardı.

1858 târihli Arâzi Kânunnâmesi hazırlanırken, 1849 târihli Ahkâm-ı Mer’iyeden oldukça istifâde edilmiştir. 1858 târihli Arâzi Kânunnâmesi Osmanlı Devleti dönemindeki beş sınıf toprak rejimini aynen almıştır. Bunlar; mülk topraklar, mîrî topraklar, vakıf topraklar, metrûk (terkedilmiş) topraklar ve ölü topraklardır.

1858 Arâzi Kânunnâmesi’nin yanında daha sonra birçok kânun çıkarılmıştır. Bu kânunlar doğrudan doğruya toprak kânunu sayılmakla berâber, toprak konusuna ilişkin bâzı hükümler ihtivâ ediyorlardı.

Cumhûriyet Döneminde Toprak Hukûku:

1937 târihli “Göçmen Olarak Nakledilenler ve Muhtaç Çiftçilere Tohumluk ve Yemlik Dağıtılması Hakkında Kânun”, 1941 târihli “Çiftçi Haklarının Korunması Hakkında Kânun, 1945 târihli “Çiftçiyi Topraklandırma Kânunu” bu dönemin başlıca kânunlarıdır.

1945 târihli Çiftçiyi Topraklandırma Kânunu, Cumhûriyet döneminde toprak ve tarım reformuna ilişkin ilk kânundur. Bu kanun 1973 yılına kadar yürürlükte kalmıştır. Bu kânunun uygulama şeklini göstermek için, 1947 senesinde “Çiftçinin TopraklandırmaNizamnâmesi” çıkarılmıştır. Kânunun 35. maddesi arâzinin dağıtılış sırasını göstermiştir. Şöyle ki; önce çocuk sâhibi olanlar, sonra da sırasıyla, evi ve yeter sayıda üretim aracı bulunanlara, evi olup, yeter üretim araçları bulunmayanlara, yeter üretim aracı bulunup da evi olmayanlara toprak verilecektir.

Kânunun 34. maddesindeyse kimlere toprak verileceği belirtilmiştir. Bunlar; kendisinin ve âilesinin hiç arâzisi olmayıp, başkasının arâzisinde ortakçılık ve kirâcılık yapanlar, arâzisi olup da kendisine yetmeyenler, Tarım Okullarından ve Veteriner Fakültelerinden veya Akademilerden veya Tarım Bakanlığınca tanınmış olan okulların birinden mezun olup da arâzisi olmayanlar veya yetmeyenler, tarım işçiliğiyle geçinenler, âile dışında kalmayı tercih edenler, fürû’lar (âit soylar), göçebeler, göçmenler ve göçücülerden çiftçi olanlar.

Kânunda dağıtılacak toprakların türleri, topraklandırmada tâkip edilecek usûlle kamulaştırmada tâkip edilecek usûl de açıkça belirtilmiştir.

Tarım ve toprak reformu konusunda evvela 1972 senesinde “Toprak ve Tarım Reformu Kânunu” çıkarıldı. Fakat bu kânun Anayasa Mahkemesi tarafından iptâl edildi.

Önceki
Önceki Konu:
Fenolik Reçine
Sonraki
Sonraki Konu:
Harcırah

Yapılan Yorumlar

Henüz kimse yorum yapmamış.

Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.

Yorum Yapın

Güvenlik Kodu