İktisat tarihi; çevre sorunlarının, insanın üretim ve tüketim gücündeki artışa paralel bir seyir izlediğini göstermektedir. Çevre bozulması üretim ve tüketimin bir "yan etkisi", hattâ bir "yan ürünü"dür, denebilir. Çevre sorunları bu iki temel faaliyetle çok sıkı ilişki halinde olduğundan, milli gelirle de bağlantı halindedir. Bu bağlantı, istihdam, faaliyet hacmi, vergi, enflasyon, ödemeler dengesi gibi olgular vasıtasıyla kurulur [4]. Dolayısıyla, çevre sorunlarına ilişkin tercihlerde Gayrisafi Milli Hâsıla üzerindeki etkiler büyük önem kazanır. Ancak, bunların büyüklük ve yönünün belirlenmesi son derece güç olmaktadır [5].
Üretim ve tüketimdeki başdöndürücü gelişmenin, tabiatta kurulu dengeyi bozarak, çevre sorunları ortaya çıkarması nisbeten yeni bir olaydır. Aslında olgu eskiden de mevcut olmakla beraber, boyutça küçüklüğü kaynaklar üzerinde giderilemeyecek zararlar oluşmasını engelliyordu. Ne var ki günümüzde durum değişmiş; teknolojide ve üretimdeki başdöndürücü gelişmeler tabiat üzerinde yıkıcı ve yok edici etkiler yapmaya başlamıştır.
Bu etkiler üretim sürecinde önce, girdi tedariki sırasında kendini gösterir: Çağdaş ekonomilerde üretimi arttırmanın tek hedef haline gelmiş bulunması, üretim girdilerinin de yoğun, sürekli ve süratle teminini gerektirmekte; ancak bu sürecin yan etkileri üzerinde uzun boylu düşünülemediğinden doğal kaynaklar da aynı yoğunluk ve süratle tüketilmektedir. Türkiye'de sanayileşme ile birlikte toprağa olan büyük talep artışı neticesinde verimli tarım arazilerinin yok edilişi, bunun çarpıcı bir örneğidir. Bundan başka üretim girdisi olan bazı maddeler de doğrudan doğruya çevreye zarar verebilmektedir. Bunlar arasında, tarımda prodüktiviteyi arttırmak için kullanılan kimyasal gübreler, bitki korumada kullanılan pestisidler sayılabilir. Pestisidlerin çevre üzerinde çok olumsuz etkiler yaptığı bilinmektedir [6].
Üretim sürecinin çevre üzerindeki ikinci olumsuz etkisi çıktı aşamasında ortaya çıkar. Şöyle ki, çevre kirlenmesi aslında faydalı bir faaliyet olan üretim sırasında oluşan, ancak arzulanmayan "yan ürünler"in eseri olabilir. Bunlar her türlü işe yaramayan, istenmeyen veya atılmış olan maddeler yani "üretim artıkları"dır. Son yıllarda bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'de de, üretim ve tüketimdeki artışa paralel olarak "artık" üretiminde de hızlı bir büyüme gözlemleniyor.
Çevre bozulması bir ekonominin doğrudan doğruya üretim faaliyeti üzerinde bir tür "bumerang" etkisi yapabilir. Yani kısa vâdede bazı sektörlerde üretim artışları sağlanırken, uzun vâdede başka sektörlerde üretim veya prodüktivite azalmaları meydana gelebilir. Bu olgu azalan verim kanununun makro seviyede ortaya çıkışı olarak yorumlanabilir [7].
Meselâ tarım arazilerinin bozulması ve yok olması, hem üretim ve verim azalmasına, hem de insan sağlığı üzerinde olumsuz etkilere yol açar. Türkiye'de tarım arazilerinin şehirleşme ve sanayileşme maksadıyla kullanılması, ülkemizin en büyük çevre sorunlarından biri olarak kendini göstermektedir. Şehir ve sanayi artıklarının meydana getirdiği kirli sular da birikerek, toprağın kalitesini bozmakta, dolayısıyla, verim düşüklüğüne yok açabilmektedir. İlâve edelim ki bir ülkede bu neticeleri doğuran sektörler, sadece inşaat veya sanayi sektörleri değildir; bizatihi tarım faaliyeti de kendi içinde benzer etkiler yaratabilir. Meselâ tarım alanı elde etmek gayesiyle Amik Gölü kurutulunca, bölgenin iklim şartları değişerek yağışlar azalmış, çevre tarımında prodüktivite düşüşü görülmüştür [8]. Türkiye'de toprakla ilgili çevre sorunlarının bir diğeri de yanlış üretim tekniği nedeniyle ortaya çıkan erozyon sorunudur. Bu yoldan meydana gelen yıllık toprak kaybımızın yaklaşık 500 milyon ton olduğu tahmin ediliyor. Erozyona uğrayan bütün topraklarda prodüktivite belli ölçülerde azalmakta; şiddetli erozyon halinde ise, topraklar üretkenliklerini tamamıyla kaybetmektedir [9]. Erozyona uğramış topraklar turistik değerini de yitirmektedir. Ormanlarımızın aşırı kullanılması, flora ve faunanın çeşit ve sayıca azalması, üretkenliğin azalması sonucunu doğurmakta; hidrolojik düzendeki bozulmalar da tekrar erozyon sonucu toprak, yani üretim faktörü kaybına sebep olabilmektedir [10].
Nihayet, üretim faaliyetinin yarattığı çevre kirlenmesinin yine üretim üzerindeki olumsuz bir etkisi de emek faktörü vasıtasıyla oluşur. Şöyle ki, kirlenme yoluyla oluşan zararlı maddeler, insan sağlığı, dolayısıyla emek prodüktivitesi üzerinde olumsuz sonuçlar doğurabilir. Diğer yandan, kontrolsuz şehirleşme ve sanayileşme yalnız doğal kaynakların kirlenme ve kaybına yol açmakla kalmamakta, aynı zamanda sosyal çevrenin sessizliğini de bozmaktadır. Sürekli olarak gürültüye maruz kalınması sonucunda, iş verimliliğinin azaldığı bilinen bir gerçektir.
Çevre sorunları yalnız üretim değil, aynı zamanda tüketim faaliyetinden de kaynaklanabilir. Sanayileşme sürecinde tüketim, üretime paralel olarak onun yapısı ve karakteristiklerine benzer şekilde gelişir. Çevre bozulması açısından tüketimin birinci önemli yönü burada kendini gösterir. Şöyle ki, çağdaş ekonomik düzen "tüketim amacıyla üretim" yerine "üretim amacıyla tüketim" biçimini benimsemiştir. Başka bir deyişle, üretim, artık zorunlu ihtiyaçlar yerine, zorunlu olmayan hattâ lüks sayılabilecek ihtiyaçları tatmin gayesine yönelmiş bulunmaktadır. Bu eğilim belli bir gelişme düzeyinden sonra, kaynak israfına ve çevre kirlenmesine yol açmaktadır. Tüketim faaliyetinin çevre kirlenmesi ile ilgili olan ikinci yönü, onun, bazı türleri itibariyle "topluca" yapılan bir faaliyet olmasıdır. Öyle ki bu karakteristik, literatürde, çevre kirlenmesinin temel nedenleri arasında sayılır. Bilindiği üzere temiz hava, yeşil alan gibi çevre hizmetleri birçok kişi tarafından topluca tüketilir. Ne var ki, bu kullanımların tüketiciye düşen fiyatı belirlenemediğinden, yaratılan kirliliğin bedelini istemek de kolay olmamaktadır. Bu güçlük açıktır ki, çevre kirlenmesini sürdürücü bir rol oynayacaktır.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.