Selanik'ten 1914'te göç ederek önce Adapazarı sonra da İstanbul'a yerleşen Eralp ailesinin bir ferdi olan Tevfik Yalım Eralp, küçükken hedeflediği hariciyeciliği başarır ama başı da beladan kurtulmaz
"Odasına girdiğimde vatanı satan birisi geldi derdi. Ambargo dönemi idi. Hiç iyi geçinemezdik. Beni adeta Amerikan ajanı gibi görürdü."
— Sebebi neydi?
"Anti Amerikancı birisi idi. Ben de Türk—Amerikan İlişkileri Daire Başkanı idim. Ne yaparsam yapayım onların adamı gibi görürdü beni."
Yıl 1914, Selanik'teyiz. İhsan Efendi'nin evinde, uzun yıllardan beri yaşadıkları bu ata ocağından ayrılmanın hüznü ve telaşı bir anda yaşanmaktadır. İhsan Efendi, eşi Zekiye Hanım ve daha sonraki yıllarda felsefe profesörü olarak tanınacak büyük oğlu Halil Vehbi Eralp ile (diğer kardeşleri çok küçükken vefat eder) yine sonraki yıllarda iktisat doktoru olacak Osman'ı da alıp yıllardır eczacılık yaptığı bu topraklardan ayrılmanın zor olduğu kadar 'mecburiyetin' de farkında olarak yollara düşer.
Selanik'ten ayrılmak ne kadar zorsa yeni yerleştikleri yer olan Adapazarı'nda yeni bir hayata alışmak da o kadar zordur aile için. Bir sonraki durak ise, Selanik'e ne kadar benzer bilinmez ama, İstanbul'dur. İhsan ve Zekiye çifti çocuklarıyla beraber yeni hayatlarına alışmıştır artık.
Büyük oğulları Halil Vehbi'yi başgöz ettikten sonra (Emine Kösem ile evlenir) sıra Osman'a gelmiştir. O da, Konya Mebusluğu yapmış Tevfik Aladağlı'nın Sıdıka Hanım'dan olan dördü erkek, dördü kız toplam sekiz çocuğundan biri Muazzez'le evlendirilir: "Annemin anlattığına göre dedem kumar oynamış, çok kaybetmiş, mevcut mallarını yemiş. Dolayısıyla annem parasız yatılı okumak zorunda kalmış." Muazzez Hanım, parasız yatılı olarak başladığı eğitim hayatının sonunda Ankara Ziraat Fakültesi'nde profesör olur. Osman Eralp de eğitimini iktisat doktoru olarak tamamladıktan sonra Toprak Mahsulleri Ofisi'nde Genel Müdür Yardımcılığı'ndan emekliliğe hak kazanır. Ardından da Süt Endüstrisi Kurumu'nda Yönetim Kurulu Üyeliği görevinde bulunur: "Anne ve baba memur. Yani orta sınıf, ama iyiydi. Çocukluğumda şeker vs sıkıntısını, yani halkın çektiği sıkıntıları biz de çektik."
Muazzez—Osman çifti iki çocuk getirir dünyaya. Tevfik Yalım Eralp (diğeri İhsan Tayfun, Lufthansa Havayolları'nda müdürlük yapmaktadır) 21 Haziran 1939'da İstanbul'da doğar: "Annem doğum için İstanbul'a gelmiş." Fakat aile genelde Ankara'dadır: "Benim bütün çocukluğum Ankara Ziraat Fakültesi'nde geçti. Orada oynardım. Sabahattin Özbek, Sedat Kansu gibi hocaları tanırdım. Emin Çölaşan'ın babası da Meteoroloji'de müdür olduğu için Emin'le oynardık." Küçük Tevfik bu yıllarda oldukça yaramazdır: "Normal pabuçla taşla futbol oynar, çantamı altıma koyar kayardım."
Yalım Eralp, Ankara'daki Yıldırım Beyazıt İlkokulu'ndaki üç yılın ardından gideceği Devrim İlkokulu'ndan mezun olur. Yıl 1950'dir: "Radyo dinlemeyi severdim. 1950 seçimlerini de radyodan dinlerdim." Bu radyo dinleme merakı, ilerleyen yıllarda onun meslek seçiminde etkili olacaktır. Sonrasında bir yıl sürecek Kayseri Talas'taki Amarikan Koleji'ne kaydını yaparlar. 1951 senesinde annesi misafir hoca olarak Amerika'ya gidince o da ailesi ile beraber Amerika'nın yolunu tutar. Tevfik Eralp, döndükten sonra eğitimine, bugünkü Viyana Büyükelçisi Ömer Akbel, Nato'da Büyükelçi Tugay Özçevik, Bonn Büyükelçisi Tugay Uluçevik ve Ankara Bulvar Palas'ın sahibi Tekin Ertan'la birlikte Ankara Koleji'nde devam eder. Mezuniyeti ise annesinin yine yurtdışına misafir hoca olarak gittiği 1958'de Amerika'dan olur: "Yabancı dilde, İngilizce radyo dinlediğim için dünyayı merak ederdim. Aşağı yukarı orta birden itibaren ne olacağıma karar verdim." Eralp, 1958 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne adımını atar. Mülkiyeli'dir, hariciyeci olacaktır: "Mülkiye bir aile gibiydi o günlerde. Bende mülkiyelilik ruhu vardır, fakat herşeyin önünde mülkiye diye bir fikir yoktur. Herşeyin önünde Türkiye vardır. Eğer Türkiye varsa Mülkiye vardır bence."
Hem içinde hem de dışında
Eralp, şu anda Vatikan Büyükelçisi olan Altan Güven, Kopenhag Büyükelçisi Gün Gür ve Amman Büyükelçisi Tuncer Topur'la birlikte okur. Hikmet Çetin ise ondan iki sınıf büyük Mülkiyeli abilerden biridir. Okulu birinci bitiren Eralp, 1960 darbesini daha dün gibi hatırlamaktadır: "Geriye baktığımda ihtilallerin ne kadar sakıncalı olabildiğini görüyorum. İşte 14'ler olayı... 28 Nisan 1960'ta Sıddık Sami Onar'ın İstanbul Üniversitesi'nde sürüklenmesi üzerine galeyana geldik. Tehlikeli yıllardı o yıllar. Öğrenci hareketlerinin içinde vardım ama öğrenci derneklerine falan girmedim."
Eralp, 1962'de mezun olur olmaz hemen sınava girer ve Hariciye'ye adımını atar. 1963—65 yılları arasında Ankara Zırhlı Birlikler Okulu'nda 24 ay boyunca yedek subaylık yaparak askerlik vazifesini aradan çıkarır. 1966 yılında, o radyodan dinleyip düşlediği 'dünyayı dolaşma' hayalini gerçekleştirmeye başlar. New York'a tayin olur, üçüncü kâtip olarak. İki yıldan biraz fazla bir süre sonra da Yunanistan'ın Gümülcine şehrine konsolos olarak atanır. 1971 İhtilali'ni burada yaşar: "Askeri rejimin bir temsilcisi gibi görülüyorsunuz. Ama Yunanistan'da da cunta vardı o zaman. Onların bana birşey söyleyecek hali yoktu." Sonra 1971—73 arasında Ankara'ya döner. Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Orhan Eralp'in özel kalem müdürü olur: "Orhan Eralp'le hiçbir akrabalığım yoktur. Fakat hayran olduğum bir insandı." Altı ay Nato Koleji'nde eğitim aldıktan sonra 1974'te de Nato Daimi Temsilciliği Müsteşarlığı'na getirilir. Tekrar Türkiye'ye döndüğünde yıl 1977'dir: "Odasına girdiğimde vatanı satan birisi geldi derdi. Ambargo dönemi idi. Hiç iyi geçinemezdik. Beni adeta Amerikan ajanı gibi görürdü."
— Sebebi neydi?
"Anti Amerikancı birisi idi. Ben de Türk—Amerikan İlişkileri Daire Başkanı idim. Ne yaparsam yapayım onların adamı gibi görürdü beni."
"Vatanı nasıl sattım"
— Nasıl satardınız vatanı?
"Bir öneri getiriyorsunuz. Bir örnek vereyim. Bir Amerikalı Türkiye'de uyuşturucu kaçakçılığı yapmış, Amerikalılar da bunu kaçırmışlar. Adalet Bakanlığı iki ayda bir yazı yazıyor, 'Bu herifi getirtin' diye. Amerikalı kendi vatandaşını getirip bize teslim edecek. Bakana bunun olmayacağını anlatırdım fakat yazıyı imzalatamazdım. En sonunda kendim imzaladım."
— Bakan adına?
"E, ne yapayım."
Eralp, Nato Dairesi Başkan Vekili, Gündüz Ökçün de Dışişleri Bakanı'dır. Ambargonun kalkması için Türk Dışişleri var gücüyle çalışmaktadır: "1978'de biz kongreyi etkilemeye çalışırdık. Ecevit'in konuşmaları orada etkili olmuştur." Yalım Eralp'in bu stresli dönemi iki yıl sürer. 1979'da Şükrü Elekdağ'ın Büyükelçi olduğu Washington'a müsteşar olarak tayin edilir: "Tayin istediğimde Ökçün boynuma sarıldı. Yani 'defolup' gitmemden çok memnun oldu. Ben hep akılcılıktan yana oldum. Cemiyetler de rasyonel toplumlar değildir. Hislerin öne geçtiği toplumlar olmadığı için benim başım sık sık belaya girmiştir." Eralp, Washington'da kongre ve askeri yardım ile basın işleriyle ilgilenir: "Türkiye'de darbe olacağını bize Dışişleri iki saat önce haber verdi. Onun da nedeni şu, JUSMA, Ankara'daki Askeri Yardım Başkanı'nı bizimkiler haberdar etmişler. 'Endişe etmeyin 2 saat sonra bir askeri harekat olacak' diye." Türkiye'de hâlâ da tartışılan bir konudur. Darbede Amerika'nın rolü nedir?: "Şöyle birşey söyleyeyim. Tahsin Şahinkaya 12 Eylül'den 2 gün önce Amerika'da idi. Biz bir davette 'Paşam cumhurbaşkanı ne zaman seçilecek?' dedik. 'Merak etmeyin yakında' dedi. Amerika ile ilişkiyi göstermez ama komuta kademesinde kararın verilmiş olduğunu gösterir."
Tevfik Eralp'in buradaki vazifesi 1983'te sona erer. O tarihte, Türkiye'de, daha sonraki yıllara damgasını vuracak yeni bir siyasi liderin, Turgut Özal'ın rüzgarı esmektedir. Yalım Eralp, Enformasyon Dairesi Başkanlığı'nın ardından 1984'te de Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü olur. Başı yine beladan kurtulamaz: "Cumhurbaşkanı Kenan Evren, Ali Baransel vasıtası ile görevini yapsın diyordu. Başbakan Özal da tam tersini söylüyordu. Ben iki cami arasında kalıp, ikisinin ortası birşey bulmaya çalışıyordum. Mesela o sırada İran da Atatürk'ün aleyhine bir beyanat veriliyordu. Kenan Evren, 'Haddini bildirsin' demişti. Rahmetli Özal 'Ağzını açma' diyordu. Ben hiç ağzımı açmadım. Gazeteciler de ağzına fermuar mı çekildi deyince 'Bu asla ait bir sualdir, cevaplayamam' deyince, maksat hasıl oldu, gazeteciler durumu anladı."
Hayatımdaki tek rüşvet!
Bu zor dönem 1987'ye kadar sürer. Ardından ilk büyükelçilik görev yeri olan Hindistan'a tayini çıkar: "Rajiv Gandhi'ye Evren'i de, —ilk cumhurbaşkanı ziyaretidir Türkiye'den— Hindistan'a davet ettirdik, 1998 yılıydı. Bir de Toprak Mahsulleri Ofisi'nin elinde tonlarca mercimek kalmıştı. 200 milyon dolarlık mercimeğin Hindistan'a satılmasına vesile olduk. Hayatımda ilk rüşvetimi de o zaman aldım. İlk ve son rüşvetimi. TMO bana bir kilim hediye etti."
Dışişleri Bakanlığı döneminden tanıdığı Mesut Yılmaz, kısa süren ilk başbakanlığı döneminde Eralp'i de kendisine danışman atar. Üç ayın ardından Süleyman Demirel başbakan olunca o da 1992 Şubat ayına kadar evinde boş boş oturur. Ardından Mülkiye'den de tanıdığı Hikmet Çetin'in teklifi ile Nato İşleri Genel Müdürü olur. Batı Avrupa Birliği ile görüşmeleri yürütür. Böylece Mesut Yılmaz'ın adamı olma damgasını bir nebze de olsa kırar: "Süleyman Bey ve etrafındaki adamlar beni Mesut Yılmaz'ın adamı diye biliyorlardı herhalde." Yalım Eralp, bir de Çiller'den damga yiyecektir ilerleyen dönemde: "1995 yılında Nato İşleri Genel Müdürlüğü bitti, Tansu Çiller'e resmi danışman oldum. AB oylamasından önce." Önce zamanın Dışişleri Bakanı Gündüz Ökçün tarafından 'vatanı satan adam' etiketi yiyen Eralp, bu sefer de Çiller tarafından başka bir ithama maruz kalır: "1995 Ekim ayında Çiller beni Mesut Yılmaz'a gizli bilgi sızdırmakla itham etti. Siyasi kimliği olan insanlar çok şüpheci oluyorlar herhalde. Ben zaten Tansu Hanım bana danışmanlık teklifini yaptığında kendisine o zaman demiştim. Aman hanımefendi ben Mesut Bey'le çalıştım. Gün gelir beni Mesut Yılmaz'a gizli bilgi sızdırmakla itham edersiniz."
— Neyi sızdırıyordunuz Yılmaz'a?
"Birşeyi sızdırmadım. Birşey söyleyeyim mi, sızdıracak olsam herhalde durum daha farklı olurdu. Şimdi söylemesi ayıp."
— Sızdırılacak birşeyler vardı yani.
"Daima vardı. Başbakanın çok yakınında çalışıyordunuz. Tansu Hanım beni çok nâhak yere itham etti. O kadar zaman geçti şimdi söylüyorum. 15 Ekim 1995'ten beri Çiller'le ne konuştum ne görüştüm. Çiller beni itham ettiğinde dedim ki 'Buraya bir daha dönmeyeceğim. Ama bunu Sayın Yılmaz'a da söyleyeceğim." (O günlerde Çiller ile Yılmaz arasındaki çekişmeyi hatırlamak için gazetelerin manşetlerine bir göz gezdirin bence). Sonrasında Anayol iktidar olur, Mesut Yılmaz da başbakan: "Mesut Yılmaz tekrar göreve çağırdı beni danışman olarak." Yalım Eralp 1996'da en son görev yerine atanır. Viyana'da Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı Nezdinde Büyükelçilik yapar. Eralp, burada çok önemli bir organizasyona girişir. Fakat Türkiye'den bir kişi hariç kimsenin desteğini alamaz: "Gittikten 1,5 ay sonra İstanbul'un AGİT zirvesine ilk kez adaylığını koydum. Dışişleri pek sıcak değildi. Bir tek kişinin desteğini aldım, Süleyman Demirel'in. Sebebi de şu, Demirel, 1975 Helsinki Nihai Senedini de imzalamış. Yani AGİT'le nostaljik bir bağı var. Zirvenin İstanbul'da yapılmasında herkesin korkusunun temelinde 'İnsan hakları sicili parlak olmayan bir ülkede AGİT zirvesi yapılır mı?' tereddüdü yatıyordu. AGİT Zirvesi Süleyman Demirel'le Amerika Birleşik Devletleri'nin eseridir."
Gazetecilerden çok şey öğrenmiş
1964'te hayatını birleştirip birkaç yıl önce boşandığı Reyyan (Tezgören) Hanım'la evliliğinden Aydın adında bir çocuk sahibi olan Tevfik Yalım Eralp, Büyük Kulüp ile Ankara Tenis Kulübü üyeliğinin dışında biraz pul koleksiyonu meraklısıdır. 1984—87 yılları arasındaki Dışişleri Bakanlığı Sözcülüğü'nü hayatının dönüm noktası gören Eralp, bu dönemde, Yalçın Doğan, Mehmet Ali Birand, Sedat Ergin, Nur Batur gibi gazetecilerden çok şey öğrendiğini düşünmektedir: "Bana sözcülüğü öğrettiler. Off the record bile bilmezdim. Ben o gazeteci arkadaşlara şöyle baktım. Kader öyle olabilirdi ki yerlerimizi değiştirebilirdik. Sedat Ergin Dışişleri mensubu olurdu ben de gazeteci olabilirdim. Bakın ben bugün masanın karşı tarafındayım. (Geriye dönüp baktığında 'Keşke gazeteci olsaydım diye düşündüğüm çoktur' diyen Eralp, CNN Türk'te çalışmanın yanında Milliyet gazetesinde de köşe yazıları yazıyor bugün.) Onun için en iyi arkadaşlarım basından oldu. Onlarla çok sıkıntıları paylaştık, ama onlar bunları bir gazetecilik olayı olarak görmedi. Ertesi gün bürolarına koşup yazmadı. Hatta benim iyiliğimi düşündüler. Bir örnek vereyim. Viyana'ya tayinim lafı çıkınca o dönemde kabineden bir bakan 'O ..oğlu..'in kararnamesini imzalamam' dedi. Bunu duyan gazeteciler bana söyledi ama yazmadı. 'Yazıldığı takdirde sen bir cevap verirsin, hakikaten tayinin çıkmayabilir' dediler. Ben şunu gördüm, o zaman basın sorumlu mevkilerden daha sorumlu hareket etti."
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.