"Geçmişteki başarısızlıkları unut ve gözünü geleceğe dik."
YAPABİLİRİM, DE! AZİMLİ VE KARARLI OL!
Azim ve kararlılıkla çalışmak, insanı başarıya götürür. İnsan kendisine bir hedef seçer ve bundan sonra azim ve kararlılıkla çalışırsa başarılı olur.
"Maymun iştahlılık," başarının önündeki en büyük engeldir. "Bir işe girişmek, onu yarım bırakmak, başka bir işe başlamak," maymun iştahlılıktır.
Bitirilmemiş iş, başlanmamış iştir.
Fatih Sultan Mehmet, genç yaşta padişah oldu. Onun en büyük hayali, İstanbul'u fethetmekti. Padişah olur olmaz hazırlıklara başladı. Dört ay gibi inanılmayacak kadar kısa bir sürede Rumeli Hisarını yaptırdı. Sonra büyük toplar döktürdü. Aylarca süren hazırlıklardan sonra İstanbul'u kuşattı.
Kuşatma sırasında "Avrupalıların İstanbul'u kurtarmak için hazırlık yaptığı" haberi geldi. Sadrazam Çandarlı Halil
Fatih Sultan Mehmet.
Paşa, padişaha, kuşatmayı kaldırıp Haçlı Ordusunu karşılamanın daha uygun olacağını söyledi. Dedesi Yıldırım Bayezit, babası İkinci Murat da böyle yapmışlardı.
Genç padişah bu teklife çok kızdı. İstanbul'u almaya kesin karar vermişti. Tecrübeli sadrazama cevabı verdi:
"Paşa, paşa! Ya ben İstanbul'u alırım, ya İstanbul beni!"
Yirmi sekiz defa kuşaülan, fakat bir türlü fethedilemeyen İstanbul'u fethetti.
Bir işin birinci teşebbüste yapılamamış olması, yapılamayacağı anlamına gelmez. Fatih, 28 defa kuşatılmış, ama alınamamış İstanbul'u 29. defa kuşattı ve aldı. Hedefin büyüklüğüne göre teşebbüs sayısı artabilir. Önemli olan, azim ve kararlılıktır.
Size, büyük hedefler seçmenin ve bu uğurda çalışmanın önemini anlatan bir tecrübemi aktarmak istiyorum:
O gün, karne günüydü. Öğrenciler, yarı yıl karnelerini almışlar ve dağılmışlardı. Okulda pek az kimse kalmıştı. Kapıdan çıktım. Arabaya binip okuldan ayrılacaktım. Bir kız öğrencinin bir araba içinde ağladığını gördüm.
Mehmet Akif'in şu mısraları aklıma geldi:
Canayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim; Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim, idam, aldırma, geç git, diyemem aldırırım; Çiğnerim, çiğnenirim; Hakkı tutar, kaldırırım.
Yanma gittim. Arabanın içinde babası vardı. Kızın adı Hatice Esra idi. "Neyin var?" diye sordum.
Zayıfı yoktu. Bazı derslerden beklediği notu alamamış, takdirnameyi kaçırmıştı. Yarıştığı bazı arkadaşları, takdirname almış ve onu geçmişlerdi. Bunun için iç çekerek ağlıyordu.
Kendisine zayıf almamanın büyük başarı olduğunu anlattım. Takdirname almanın güzel bir şey olduğunu, ama bunu alamamanın ağlamaya değmediğini söyledim. Sonra da ciddî bir ses tonuyla sordum:
- Gerçekten takdirname almak istiyor musun?
- Elbette, ama...
- Fırsatın kaçtığını düşünüyorsun, değil mi?
Başıyla beni onayladı, bir yandan da ağlamaya devam ediyordu.
- Gerçekten istiyorsan henüz fırsat kaçmadı.
- Artık imkânsız.
- Hayır. Birinci dönem bitti, ikinci dönem henüz gelmedi. Eğer gerçekten takdirname almak istiyorsan fırsatlar önünde. Şimdiden çalışmaya başla. Geçmişle uğraşma, geleceğe yönel. Birinci dönem takdirname alamadığına ağlaman sana takdir kazandırmaz, ama çalışırsan ikinci dönem takdir alabilirsin.
Öğrencinin babası, kızının ağlamasına pek de üzülmüş görünmüyordu. Sonradan velinin, Hatice'nin bu tür üzüntülerine alışmış olduğunu anladım. . . . ,
Hatice'den ikinci dönem çok çalışacağına dair söz aldım ve takdirname almak için kendine güvenmesinin şart olduğunu söyleyerek ayrıldım.
Tekrar, "Geçmişle uğraşma, geleceğe bak." demeyi de ihmal etmedim.
Yirmi yedi yıllık öğretmenlik deneyimlerim ve bunca yat tecrübelerim bana, insanların geçmişle çok uğraştığını gösterdi. Geçmişte başaramadıkları şeyleri neden yapamadıklarını konuşmak, onlara bir şey kazandırmaz, ama insanlar bunları konuşup dururlar. Hâlbuki yapılması gereken şey, geleceğe yönelmek ve gelecekle ilgili projeler üretmektir.,,
Zamanı geri çevirmenin imkânı yoktur.
ikinci dönem, Hatice'nin bulunduğu sınıfta uzunca bir şiiri ezbere okudum. Not yükseltmek isteyenlere dedim ki:
"Bu şiiri ezbere okuyan, 100 alır." * '
Daha sonra Arif Nihat Asya'nın "Naat" isimli uzunca bir şiiri olduğunu, bütün meslek hayatımda onu ezbere okuyan 3İr tek öğrenciye rastladığımı anlattım. Bu şiiri okuyan bir [öğrenci daha olursa beş tane 100 vereceğimi söyledim.
Şiir harika bir şeydi. Duygu, tarih, ahenk, dil güzelliği, sanat ve estetik... Bir edebiyat eserinde bulunması gereken her şey vardı.
Bir kısım öğrenciler Necip Fazıl'ın Sakarya Türküsü isimli lirik şiirini okuyarak 100 aldı. Hatice'den ses seda çıkmıyordu. Zaman zaman Hatice'nin hatırını soruyor, onu cesaretlendiriyordum.
"Bir öğrencinin yapabildiğini, isterse öteki öğrenci de yapabilir; önemli olan, kendine güvenmek ve yapmak için çalışmaktır." diyordum.
Bir gün sıra arkadaşı Esra, bana Hatice'nin çok uzun bir I şiiri ezberlemek için çalıştığını söyledi.
- Hangisi?
- Naat. Hatice'ye döndüm:
- Harikulade olur, ama uzun bir şiir. İstersen önce Sakarya Türküsü'nü ezberle.
Hatice, beni şaşırtan ve çok sevindiren şu cümleyi söyledi:
- Kimsenin yapmadığı bir şeyi başarmak istiyorum.
~ Azmin harika. O günü sabırsızlıkla bekleyeceğim!
Hatice, azim ve kararlılık ile çalıştı. Nihayet o gün geldi. Hatice Esra, "Naat"ı ezbere okudu ve benden beş tane 100 aldı.
Şiiri okuyup bitirdiği an sınıfta kopan alkışı anlatamam. Ben de elimdeki kitabı sıranın üzerine koyup onu alkışladım. Alkışlar, beklediğimden uzun sürdü.
Tabiî fırsatı değerlendirerek şunu söyledim:
"Arkadaşlar, Hatice'nin başarısını gördünüz. İnsanın başarmak için kendisine güvenmesi, azmetmesi ve çalışması gerekir. Ben başaracağım, demelisiniz. Yapacağınız işin, çalışacağınız dersin zor olması hiç önemli değil. Bu uzun şiiri ezberlemek elbette zor. Ama isteyince zor başarılıyor; işte örnek önümüzde. Görüyorsunuz. Bakalım, Hatice'den sonra aynı zorluğu başarmak isteyen kaç kahraman çıkacak?"
"Kahraman" kelimesini özellikle seçmiştim. Hatice'nin güven duygusunu pekiştirmek istiyordum. Sınıfta onun gibi, kendisine az güven duyan başka öğrenciler mutlaka vardı.
İnsanın kendine güven duyması, yeteneklerini keşfetmesi çok önemli. Takdirlerin, teşviklerin, iltifatların ve yüreklendirmelerin öğrenciler üzerinde çok büyük tesir uyandırdığını, meslek hayatım boyunca çok gördüm.
Daha sonraki günler, beklediğim oldu.
Sınıfta "şiir ezberleme" yarışı başladı. En az 10 öğrenci daha "Naat"ı ezberleyip beşer tane 100 aldılar ve karneye Türkçeleri beş geldi. Hatta iş "Naaf'la da kalmadı.
Mehmet Akif'in Çanakkale Şehitleri, Bülbül, Zulmü Alkışlayamam şiirleri;
Arif Nihat'ın Bayrak, Başörtüsü, Fetih Marşı, Dua şiirleri;
Mithat Cemal Kuntay'ın Eğilme şiiri;
Ziya Osman Saba'nın Geç Kaldık, Evim Eşim Çocuğum
Orhan Veli'nin İstanbul'u Dinliyorum şiiri; Faruk Nafiz'in Çoban Çeşmesi şiiri;
Necip Fazıl'ın Sakarya Türküsü, Zindandan Mehmet'e mektup, Muhasebe, Kaldırımlar, Destan, Dua, Çile şiiri gibi birçok güzel şiir ezberlendi, sınıfta okundu. Hiç tereddüt etmeden küçük şiirler için bile sözlü notu olarak 100 verdim.
İsterseniz burada bir itirafta bulunayım: Doğrusu Hatice, uzun ve güzel "Naat"ı okuyuncaya kadar benim de bu şiiri ezberleme konusunda tereddütlerim vardı. O güne kadar bu nefis şiiri sadece "Zahit" adında bir öğrencim ezberlemiş ve okumuştu. Bana göre Zahit, bir istisna idi; bu olay, istisna kalmaya mahkûmdu. Hatice, benim düşünme biçimimi etkiledi. Öğrencilerim peş peşe Naat'ı ezberleyip okuyunca ben de karar verdim ve şiiri ezberledim!
Necip Fazıl Kısakürek şiirleri;
"ZORU BAŞARIRIZ; İMKÂNSIZ, BİRAZ ZAMANIMIZI ALIR"
Olumlu ve doğru düşünmek, başarının en önemli adımıdır.
Başaramam, diyen elbette başaramaz. Hayatta her zaman, başarabilirim, demeliyiz. Başaran insanlar da bizim gibi varlıklar; iki kafaları, dört gözleri, dört kulakları yok.
Bazı insanlar, bu imkânsız, derler.
Bir sohbet sırasında bana şunu anlattı:
Recep Tayyip Erdoğan zamanında idi. "Beyaz Masa"yı kurmak istiyordum. Herkes buraya telefon edecek, şikâyette bulunacak; daha sonra şikâyet ilgili makam tarafından cevaplandırılacak ve şikâyetçiye iletilecekti.
Tayyip Erdoğan, bu çok zor, dedi.
Bunun üzerine şu cümleyi kocaman harflerle yazdırıp arkamdaki panoya astım:
"Zoru başarırız; imkânsız, biraz zamanımızı alır."
Yorucu gayret sonucu, Beyaz Masayı kurdum. İmkânsız, diyenler, yanıldıklarını anladılar.
"İmkânsız." diye düşünen biri harekete geçmez, çünkü olumlu düşünmeyi öğrenmemiştir. İmkânsız, dediği eylem, onun için imkânsızlıklar içerir. Ama olumlu düşünen, başaracağına inanan insan, o işi nasıl yapabileceğini düşünür ve bir gün ilham perileri kapısını çalar, ona o işi nasıl başaracağını söyler.
Allah, çalışana yardım eder. Birçok icat, keşif ve buluş, ilham eseridir. Bir konu üzerinde yoğun bir şekilde düşünene ve çalışana Allah yardım eder. Birden düşünce ufku açılır, o ana kadar hiç aklına gelmeyen şeyler, beynine üşüşür. Düşünceleri düşünceler kovalar ve çalışmayanların olmayacak sandıkları keşif veya buluş gerçek olur.
Bir iş başarmak için yapılması gereken ilk şey, olumsuz düşünceleri kafamızdan silip atmak, olumlu düşüncelerle zihnimizi doldurmaktır.
New York Times gazetesi, "Koçlar, sporcular ve kondüsyon çalıştırıcıları, bugün kazanan ile kazanmayan arasındaki en büyük farkın düşünme biçiminden kaynaklandığını anlamış durumdalar." diye yazmaktadır.
2. Başaracağına inan ve yapabilirim, de.
2. Hedefin büyük olması önemli değil; önemli olan, senin azmin, kararın ve çalışkanlığın.
3. Zoru başarmak önemlidir. Kolay işleri yapanlara kimse hayranlık duymaz. Zoru başarmayı kafana koy.
4. Başarının en büyük engeli, zihnindeki, ben bu işi yapamam, düşüncesidir. Zihnindeki olumsuz düşünceleri sil, at. İnan ve çalış, elbette başaracaksın.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.