Yüksel Söylemez - Bilgiler
08/12/2009 20:18
Yüksel, söylemez susar!

Cemal A. Kalyoncu

Aksiyon 11 kasım 2000

Valiler, Hariciye vekilleri, büyükelçiler yetiştiren bir aileden gelen Yüksel Söylemez de hariciyeye kazara girmiş birisidir. Gençliğinde rejisör olmayı kafasına koyan Söylemez'in şair ve ressam yönleri de vardır

"80 yaşına kadar çalışma planı hazırlıyorum. Haberiniz olsun, benden kolay kolay kurtulamayacak Türkiye." Bu aslında konuşmamızın son cümlesi idi. 69 yaşında olmasına rağmen bir kenara çekilip emekliliğin tadını(!) çıkarmayı düşünmeyen bir kişi olduğu için buraya aldım bu sözlerini. Sözün sahibi Yüksel Söylemez. 41 yıl devlete hizmet etmiş emekli büyükelçi, şair, ressam birisi Söylemez.

Bankacı olan babasının görevi dolayısıyla bulundukları Manisa'daki Yedi Eylül İlkokulu'nu 1942'de bitirdikten sonra orta eğitimine başlayan Söylemez, babasının Ziraat Bankası'ndan Ceyhan'daki İş Bankası'na geçmesi ile ortayı da burada bitirir: "Aile içerisinde uzun tartışmalar oldu, bir kısmı koleje (Robert Kolej) gitsin, bir kısmı Galatasaray Lisesi'ne gitsin diyor." Böyle bir tartışmadan sonra bunlardan hiçbirine gitmez Yüksel, Taksim Lisesi'ne kaydolur. Sene 1946'dır. Söylemez, bugün Beyoğlu Lisesi olan okulda Nobel Yayınları'nın sahibi Oğuz Akkan, gazeteci Hikmet Çağlayan, Anka'nın kurucusu Kudret Başarır, tiyatrocu Gazanfer Özcan, sinemacı —geçen haftalarda kaybettiğimiz— Nejat Saydam ve Ferruh Doğan gibi arkadaşlarla birlikte okuduktan sonra 1949 senesinde liseden arkadaşları Ferruh Doğan, Nazmi Akıman, Ömer Umar, Oğuz Aktan'la İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne gider: "Biz hukuku ciddiye almıyoruz. Derslere gitmiyor, konser, konferans, şiir matinelerini kaçırmıyorum." Hukuk derslerinden ziyade edebiyat fakültesindeki sanat tarihi derslerine , Güzel Sanatlar Akademisi'ndeki Bedri Rahmi Eyüboğlu Atölyesi'ne takılmaktadır: "1954 yılında İstanbul'da Şehir Galerisi'nde, o tarihlerde Türkiye'de ikincisi yapılan kolaj sergisini açtım. Bedri Rahmi Eyüboğlu sergiye geliyor ve 'Yahu sen neymişşin' diyor. Atölyesinde dinler, seyreder, hiç bir şey yapmazdım." Söylemez, daha sonra sayısı 20'yi geçen sergi açacaktır.

Hariciye kazası!

Neyse, lisede iyi İngilizce öğrenen, hayatı boyunca ne sağ ne sol görüş beyan eden, edebiyat meraklısı Yüksel Söylemez, 1953'te şiirlerini topladığı 'Kırpıntı Bohçası'nı çıkarır. Usta şairlerden Behçet Kemal Çağlar'la şiir matinelerine de katılır bu yıllarda. Hukuk eğitiminin ardından 1956'da Harp Akademileri Komutanlığı'nda tercüman olarak yaptığı askerliğini de aradan çıkaran Yüksel Söylemez, lise yıllarından beri günde iki film izlediğinden rejisör olmak istemektedir. Fakat Söylemez, 1957 senesinde bir kaza geçirir:

—Hariciyeye girişiniz nasıl oluyor?

"Tamamen kaza, yazık günah değil mi. Askerliğimi bitirdikten sonra babama diyorum ki, baba diplomayı aldım —tabii çok terbiyesizlik— ben bunu alaturka tuvalete asacağım. Kullanmayacağım yani. Babamla çok arkadaştık, o da 'As as' dedi. Benim amacım biriktirdiğim parayla, İsveç'e gidip, dünyada en takdir ettiğim rejisör Ingmar Berman'ın asistanı olmaktı. Ben uslu bir evladım, ana—baba lafı dinlerim. Babam da sen yine de Dışişleri'nin sınavına bir gir diyor. Lütfi Kırdar'ın oğlu Üner, Nazmi Akıman gibi arkadaşlarla beraber girdik ve ben sınavda üçüncü, dil sınavında da ikinci oldum. Fatin Rüştü Zorlu o zaman, 'Bize iyi İngilizce bilen hariciye elemanları lazım' diyor ve bizi de karşısına çıkarıyorlar. Birbuçuk yıl sonra da kendimi Londra'da üçüncü katip olarak buldum." Evet, o zaman bir 'kaza' ile devlete hizmet etmeye başlayan Yüksel Söylemez'e devlet adamlığı hiç yabancı değildir aslında. Çünkü ailesinde daha başka bir çok büyükelçiler, hariciye vekilleri vardır.

Hariciye vekilleri, paşalar, büyükelçiler

Yüksel Söylemez'in anneanne tarafı Söylemezoğlu soyadını kullansa da anne ve babası kardeş torunudur. 4. Murat'la ilgili nakledilen yazılı bir hikayesi bile vardır ailenin. 1700'lerin sonuna uzanan aile Erzurumludur aslında. Daha sonra Trabzon üzerinden İstanbul'a gelinir. 4. Murat'ın Bağdat seferi sırasında Şahan Ali, padişahın başpehlivanı ile güreşip onu yenince Şahan Ali'nin yeni başpehlivan olarak İstanbul'a gelmesi istenir. Fakat bir şekilde bu gerçekleşmez fakat padişah onu ödüllendirir. Ve ailenin varlığının temelinde padişahın verdiği bu ödül vardır: "Yazılı tevatüre göre, bir salgın yüzünden 90 yaşındaki Şahan Ali, eşi dışındaki bütün varlıklarını kaybeder. Bunun üzerine karısı ona neslinin devamı için yeni bir eş bulmasını söyler. O da Erzurum'a iner ve kucağında çocuğu ile —Balkanlar'dan geldiği bilinen— bir kadını alıyor. Ailede o çocuktan gelenleri de tanıyoruz." Ondan sonra gelen Molla Musa da Erzurum Kiğı Beyi'nin mektupçuluğunu yapar. Bey ölünce de Çolak Molla Musa gözden düşer ve Erzurum—İstanbul arasında koyun ticaretine başlar. Daha sonra oğlu Mehmet Efendi de bu işi devam ettirir. Onun oğlu Ali Kemali Paşa ise Yemen'den Trablus'a, Doğu Beyazıt'tan Konya'ya kadar azil ve istifalarla geçen tam 65 yıl boyunca devlete hizmet eder. Son görevi Konya Valiliği olan Ali Kemali Paşa, 1898'de Konya Valisi olarak öldüğünde cenazesini kaldıracak para bulunamaz. Bugün Mevlânâ Türbesi'nde gömülü olan Ali Kemali Paşa'nın Şadi, Galip Kemali, Süleyman Şefik, Didar ve Necmettin adında çocukları olur. Süleyman Şefik Paşa, Harbiye Nazır'lığı yapar. Galip Kemali Paşa ise Osmanlı döneminde Moskova, Stockholm ve Atina Büyükelçisi olarak hizmet eder devlete. (Galip Kemali Paşa'nın kızı Lamia Hanım, Atatürk'le beraber Samsun'a çıkan 19 kişiden biri olan Hüsrev Gerede ile evlenir. Galip Kemali Paşa padişah yanlısı, damadı Hüsrev Gerede ise Atatürk taraftarıdır. Atatürk, Galip Kemali'ye gönderdiği mektuplarda açık bir şekilde olmasa da ona yeni kurulacak cumhuriyette hariciye vekilliği teklif eder.) Didar Hanım ise, Moskova ve Roma Büyükelçiliği ile Dışışleri Bakanlığı ve Kurucu Meclis Üyeliği yapan Selim Sarper'in annesidir. Yüksel Söylemez'in de dedesi olan Necmettin Bey ise jöntürk olduğu için 2. Abdülhamit'ten kaçıp Paris'e gider. Burada 4 yıla yakın süre kalır ve bir de gazete çıkarır. Daha sonra ise, eşi Güzide Hanım, babası Asım Paşa'dan kendisine kalan herşeyi elinden çıkararak padişahtan özgürlüğünü satın alınca ülkesine döner: "Kardeşler içinde en çok okuyan —Mülkiye mezunu— olmasına rağmen, diğerleri daha önemli mevkilere geliyor. Büyükbabamın yaşamının çok başarılı olduğu kanatinde değilim." Necmettin Bey'in kayınpederi Asım Paşa ise, Çatalca savunma hattını yapan İstihkam Korgenerali olarak bilinmektedir. Necmettin—Güzide çiftinin Yüksel Söylemez'in de annesi olan Saliha Hanım'la beraber, Behice, Bekir, Hamit Kemali Söylemezoğlu ve Mevhibe adında çocukları olur. Bunlardan Prof. Hamit Kemali Söylemezoğlu, Türkiye'de şehircilik uzmanı olarak tanınır. Anıtkabir için proje vermesinin yanında Taşkışla'nın kurulmasında da emeği geçenlerdendir. Saliha Hanım ise piyano ve resme meraklı bir genç kız olarak 1930'un ağustos ayında Celal Söylemez ile birleştirir hayatını: "Babam o zaman meteliksiz, paltosunu satarak evleniyor."

Celal Söylemez ile Saliha Söylemezoğlu'nun aileleri Hacı İsmail Ağa'da birleşmektedir. Saliha Hanım'ın büyükbabalarından Çolak Molla Musa ile Celal Bey'in dedesi Hamdi Efendi kardeştir. Hamdi Efendi'nin dört çocuğundan biri olan Yüksel Söylemez'in dedesi Cemal Bey, Boşnak kökenli Naime Hanım'la evlenir. Naime Hanım, şair kişiliği olan birisidir. (Gazeteci olarak tanıdığımız Rıfat Ababay, Naime Hanım'ın erkek kardeşinin torunudur.) Cemal—Naime çiftinin dokuz çocukları gelir dünyaya. Çocuklarından Nadire Hanım, meşhur modacı Bergin Usberk'in annesidir. Hiç evlenmeyen Bedia Söylemez de Türkiye'nin ilk ağır ceza yargıçlarından birisi olarak tanınır. 17 yaşında Ziraat Bankası'nda memur olan, ardından İş Bankası'nda müdürlükler üstlenen Yüksel Söylemez'in babası Celal Bey ise 44 yıl bankacılık yapar.

Yüksel Söylemez, işte Celal Söylemez'in 'paltosunu satarak evlendiği' Saliha Hanım'la evliliğinden 11 Haziran 1931'de İstanbul'da dünyaya gelir. (Çiftin diğer çocuğu 1945'te doğan Tuğrul Bey, işadamıdır.) Babası paltosunu satarak evlenmiştir ama daha sonraki yıllarda yoksulluk yakalarını bırakmayınca anne Saliha Hanım da piyanosunu satmak zorunda kalacaktır: "Çok iyi hocalardan ders aldı. Fakat bir daha piyano sahibi olamadığı için bütün hayatını (1999'da 93 yaşında vefat etti) onun üzüntüsü ile geçirmiştir." Küçük Yüksel, annesinin ipten ayakkabı, şeker çuvalından ceket dikerek giyindirdiği bir çocukluk dönemi geçirir.

Hindistan'da Türkeş'le beraber

Yüksel Söylemez'i, kaza ile (!) büyükelçi olduktan sonra gittiği Londra'da 27 Mayıs ihtilali yakalar: "Fatin Rüştü Zorlu'nun adamı olarak atılmama ramak kalıyor..." Söylemez atılmıyor ama, şimdilerde rotasyon denilen sürgüne uğruyor. Gideceği yer Hindistan'dır: "Ben çok memnunum bu durumdan. Anavatanını gördüm bu imparatorluğun (İngiltere), şimdi de sömürgeyi göreyim diyorum." Hindistan'da 2. katip olarak görevlendirilir. Ve bir sürpriz: "Alparslan Türkeş'le karşılaşıyoruz orada. Ve çok iyi arkadaş oluyoruz. Hiç unutmadığım bir şey, Türkeş anlatıyor bunu bana. İhtilal gecesi, ilk sonuçları bekliyoruz. Madanoğlu Paşa, karşımda oturuyor, başını ellerinin arasına alarak 'Ah biz ne yaptık, ne b.k yedik' diyor. Türkeş Hindistan'da sürekli kaybolur, hiç bir yerde bulamayız onu. Bir de bakarız binmiş bir uçağa Paris'e gitmiş, diğer ihtilalcilerle buluşuyor." Ardından başkatip olarak Tayland'a gider. Öğleden sonraları resim yaptığı için Türkiye dışındaki ilk resim sergisini burada açar. Ve zamanın kralının ölen kardeşi adına açtıkları sergiden 2 bin 500 dolar toplar. Singapur, Kuzey Kıbrıs, New York, Londra zamanla sergi açacağı yerler olur. Tayland'daki iki yılın ardından Ankara'ya döner (1964). Ve hayat arkadaşını bulur, Prof. Dr. Reşat Garan'ın kızı Nur Garan ile evlenir. Nur Hanım'ın dedesi Hasan Tahsin Bey de maliye profesörü olarak uzun yıllar maliye müsteşarlığı yapar. Yüksel Söylemez'in Nur Hanım'la evliliğinden doğan iki çocuğundan ilki olan Belmin (1966), babasının olmak isteyip de olamadığı rejisörlüğünün yanında senarist olarak sinema sektöründe çalışmaktadır. Diğer çocukları Timur (O da büyükelçi Tanju Ülgen'in kızı Hüma ile evlidir) ise babasının olmak istemeyip de olduğu hariciyeci olarak Sudan Büyükelçiliği'nde 3. katipliğin ardından Ortak Pazar nezdinde Türk Delegasyonu olarak Nato'da görev yapmaktadır: "Çocuklarım ikiye böldüler beni."

Yüksel, Söylemez!

Ankara'ya dönüp evlenen Söylemez, Kıbrıs meselesinin kızıştığı dönemde Türkiye'nin Kıbrıs Bürosu'nda üç müdürden birisi olarak görev alır: "Rauf Denktaş'la orada tanıştım. Adada Fazıl Küçük'le kavga ettiği için Ankara'da sürgünde idi. Bakanlıkta kimse görmek istemiyor, hergün bana geliyor. Biz kendisine tüm bilgileri veriyoruz. Ve gerçek bir kara gün dostu oluyoruz." Ardından da Kıbrıs meselesinin konuşulduğu Birleşmiş Milletler'de orta elçi, sonra da büyükelçi müsteşarı olarak görev alır, 1971'e kadar. O sırada Dışişleri Bakanı olan Melih Esenbel'in onu Washington'a götürme isteğini de, BM'de daire başkanı olacağım diye reddedince Esenbel ona 'Oğlum sen neyi reddettiğini biliyor musun? demekten kendini alamaz. Ve Ankara'da kaldığı yedi yıl içerisinde yedi dışişleri bakanı görür. Bu sefer de 'Çağlayangil'in adamıdır' yakıştırması çıkar onun için: "Çağlayangil'in adamıdır diye düşündüklerini yıllar sonra öğreniyorum. Dolayısıyla büyükelçi yapmıyor, Londra'ya başkonsolos yapıyorlar." Söylemez, üç yıl da bu vazifeyi yaptıktan sonra Kenan Evren idaresindeki Türkiye Cumhuriyeti'nin temsilcisi olarak Nijerya'ya gönderilir, büyükelçi olmuştur artık. Görevini tamamlar, 1985'te Ankara'ya döner: "Özal dönemi. Dışişleri'ndeki Kültür İşleri Genel Müdürlüğü açık, bu işi Dışişleri'nde yapabilecek iki—üç kişiden biriyim. Ama yapmıyorlar. Aksi bir şey yapacaklar ya... Sonra Protokol Genel Müdürlüğü'nü çok iyi yapar diyorlar, ama o da olmuyor. Sonunda Başbakanlık Tanıtma Fonu'nda Dışişleri'nin temsilcisi olarak görev aldım." 1989'da ise Başbakan Mesut Yılmaz Singapur Büyükelçiliğini önerir Söylemez'e. Türkiye ile Singapur arasındaki ekonomik ilişkilerin geliştirilmesinde önemli katkıları olur. 1993'te ise dağılan Yugoslavya'nın ardından kurulan Hırvatistan'a TC'nin ilk büyükelçisi olarak gider: "Savaş var ve bir yıl içerisinde Demirel, Çiller, bütün herkes orada. Ve biz Türkiye'nin bir numaralı sefareti oluyoruz o yıl." Emekli olmasına bir yıl kaldığında Ankara'ya çağrılır: "Benim bir senem kalmış, bırakın falan yok. Yüksel Söylemez, demez öyle şey." Ankara'ya döner. Yıl 1995'tir. Ve Hariciye'de bir ilk gerçekleşir, Dışişleri Bakanlığı ilk defa emekli olduktan sonra bir mensubuna görev verir. Tayvan'da Ticaret Ofisi'nin başına geçmesi istenir ondan. Büyükelçilik açılamadığı için üstü örtülü elçi gibi gider oraya. Yüksel Söylemez'in yaptığı görevlerde öne çıkan bir yönü vardır. Ticarete yatkın bir büyükelçidir o: "Bana en büyük iltifatlardan birini Sakıp Ağa yapmıştır. Babam Adana'da İş Bankası Müdürü iken tanışıyorlar. Londra'ya geldiğinde, babamın elini öpmek için çıktı yukarı, 'Yüksel Bey' dedi 'Sen Hariciye memuru değilsin.' Ben de espriyi anlamamış gibi yaptım. Sakıp Ağa benim mesleğime hakaret ediyorsun, dedim. O da 'Sen benim ne demek istediğimi anladın' dedi bana."

1998'de Tayvan'dan döndükten sonra da kendi tabiriyle yumuşak bir geçiş yaparak çalışmaya başladığı Seyfi Taşhan'ın Başkanlığı'ndaki, özerk bir kurum olan Dış Politika Enstitüsü'nde Hariciye işlerine devam eden Yüksel Söylemez, kazara girdiği Dışişleri'nde hariciyeci olmaktan bugün memnundur: "Bunun için babama teşekkür etmişimdir ama öbür taraftan Türkiye belki de uluslararası ölçüde bir rejisör kaybetmiştir."

Yazdığı Aşk Bir Tas Tavuk Çorbasıdır adlı 12 dilde çevirisi bir arada yer alan şiir kitabının yanında, ailesini anlattığı Asım Paşa Konağı adlı kitapları da baskıya hazırlanmakta olan Söylemez'den hakikaten "Türkiye kolay kolay kurtulamayacaktır."

Sonraki
Sonraki Konu:
Naim Tirali

Yapılan Yorumlar

Henüz kimse yorum yapmamış.

Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.

Yorum Yapın

Güvenlik Kodu
Son Ziyaretler: