halîfeliğin Zeyd bin Zeynelâbidîn’e ve soyundan gelenlere âit olduğunu söyleyen Şiî-Zeydiyye fırkası mensuplarına verilen ad.
Oniki imâmın dördüncüsü olan Zeynelâbidîn’in oğlu Zeyd’e tâbi olan ve ; “Hazret-i Ali, Eshâbın en efdalidir. Bununla berâber Ebû Bekr, Ömer ve Osman’ın (radıyallahü anhüm) hilâfetine câizdir diyen Zeydîler, imâmetin (halîfeliğin), Zeynelâbidîn’den sonra oğlu Zeyd’e ve onun soyundan gelen kimselere âit olduğunu söylemelerinden dolayı bu adı almışlardır.
Âlim ve fâzıl bir zât olan Zeyd bin Zeynelâbidîn ve oğlu Yahyâ’nın vefât etmelerinden sonra bir müddet dağınık halde kalan Zeydîler, Abbâsî halîfelerinin siyâsî otoritelerinin zayıflamasından istifâde ederek hazret-i Ali’nin torunlarından olan Hasan bin Zeyd’in etrâfında toplandılar. Abbâsîlere kırgın halkı ve şîanın diğer kollarından olan kimseleri de, berâberlerine alarak 864’te Taberistan’da isyan ettiler. Deylem bölgesi halkını ve henüz tam Müslüman olmamış Hazar Denizinin güney-batı sâhilleri halkını kendi taraflarına çektiler.
Bağımsızlıklarını îlân edip Rey’i ele geçirdiler ve Zeydîler Devletini kurdular. Fakat kısa bir müddet sonra yenilgiye uğrayarak Deylem’e çekildiler. 870’te tekrar harekete geçerek Rey, Cürcan ve Kumis’i aldılar. Fakat başarıları sürekli olmadı. 875’te Taberistan’a tekrar hâkim oldular. Bu bölgede Zeydîlerin kurduğu devlet, “En-Nâsır-Lil-Hak” ünvânıyla bilinen el-Utruş’un 917’de vefâtına kadar devam etti. Daha sonraki zamanlarda küçük bir fırka hâline gelen Zeydîler, fazla bir varlık gösteremediler.
Zeyd bin Zeynelâbidîn ve oğlu Yahyâ’nın vefâtından sonra dağılan Zeydîlerden bir kısmı da Yemen taraflarına gitmişti. Abbâsî halîfelerinin denetim ve kontrolünden uzak olan bu bölgede hazret-i Hasan’ın soyundan gelen el-Kâsım bin Tabataba’nın etrâfında toplandılar. Ressîler adıyla anılan Yemen Zeydîleri, Kuzey Yemen’deki San’a’da yerleştiler ve hâkim oldukları bölgeleri; Hâricîlere, Karamita ve diğer fırkalara karşı korudular. Zaman zaman San’a’yı ellerine geçirdiler. El-Kâsım bin İbrâhim’in torunu olan ve “Hâdîlil-Hak” ünvânıyla bilinen Hüseyin zamânında bağımsız bir devlet kurdular (860). Yemen’i merkez yapıp, İslâm dünyâsının her tarafına fikir ve görüşlerini anlatacak ve siyâsî propagandalarını yapacak dâîler (propagandacılar) gönderdiler. 1062 yılında Süleyhîler tarafından San’a alınıp, Zeydî hâkimiyetine son verildi. Daha sonra 1099’da Hamdânîlerin idâreyi ele alması üzerine onların hâkimiyetine girdiler.
Başkalarının hâkimiyeti altında dağınık bir hâle gelen Zeydîler, 1150’de Ahmed el-Mütevekkil’in idâresinde tekrar Yemen’de iktidarı ele geçirdiler. Hamdânîlere karşı zaman zaman hâkimiyet mücâdelesi verdiler. Fakat fazla bir zaman geçmeden 1174’te Yemen, Eyyûbîler tarafından zapt edilince, Zeydiyye imâmlarının Yemen’deki yetkileri önemli ölçüde kısıtlandı. İlk Resûlîler zamânında bir dereceye kadar yeniden kuvvetlenen Zeydîler iktidarı, 1281’de tekrar sona erdi.
Bu devreden sonra aralarında mücâdele ederek bölünen Zeydîler, 1538’de Osmanlı hâkimiyetine girdiler.
On altıncı asrın sonlarından îtibâren Zeydîler, Osmanlılara tâbi olarak Yemen’e tekrar hâkim oldular. On dokuzuncu asrın ortalarına doğru 1840’larda, Mustafa Reşid Paşanın hâince tutumu sâyesinde Yemen’in Kızıldeniz’e hâkim noktasında üs elde eden İngilizler, diğer Avrupa kavimleri ile birlikte Zeydîleri Osmanlı Devletine karşı kışkırttılar. 1849 yılında bölgeye gelen Osmanlı kuvveti Yemen’i ikinci defâ Osmanlı hâkimiyetine aldı. Fakat İngiliz ve diğer Avrupa devletlerinin kışkırtmaları ile Zeydîler, ikide bir isyan ediyorlardı. 1911’de yapılan bir anlaşma barış getirdi ise de, 1918’de Osmanlılar, Yemen’i tamâmen terk etmek mecbûriyetinde kalarak idâreyi Zeydî İmâmı Yahyâ’ya bıraktılar. Bilhassa İngiliz sömürgesinden Yemen, şeklî olarak Zeydî imamlarının idâresinde kaldı. 1967’de İngilizlerin bölgeden çekilmesiyle ayrı ayrı bağımsızlıklarına kavuşan Güney ve Kuzey Yemen cumhûriyetleri 1990’da birleştiler (Bkz. Birleşik Yemen Arap Cumhûriyeti). Zeydîlik bugün Yemen’in resmî mezhebidir.
Zeydiyyenin temel görüşleri şunlardır: Zeydiyyeye göre; taşıdığı vasıflar îtibâriyle imâm, hazret-i Ali olmalıdır. Çünkü o, imâmet için gerekli bütün şartları taşımaktadır. Onlara göre imâm, takvâ ve ilim sâhibi olmalı, en küçük şüpheli şeylerden dahi kaçınmalıdır. İmâmın ismet yâni günahlardan korunmuş olması şart değildir. İsmet sıfatı peygamberlere âittir. İmâm, Hâşimî soyundan olmalıdır. Bu ise hazret-i Ali ve hazret-i Fâtıma’nın çocuklarında yürür. Gâib İmâm fikrini reddeden Zeydîler, imâmın kendi imâmetini açıkça îlân etmesi gerektiğini söylerler. Şîanın diğer kolları tarafından gâsıb olarak görülen hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer’in halîfeliklerini meşrû kabul ederler. Buna göre hazret-i Ali, sahâbenin en üstünüdür. Ancak en üstün birinin bulunması hâlinde de ondan daha az üstün olan daha az fazîletli olan biri imâmet mevkiine getirilebilir. Böylece hazret-i Ali’den önceki halîfelerin imâmetlerini meşrû sayarlar. Böyle olmalarına rağmen sahâbeden bâzılarını küfürle ithâm eden kolları vardır.
Büyük günah işleyen kimse hakkında Mû’tezîle ve Hâricîler gibi düşünen Zeydîler; “Büyük günah işleyen kimse tam mânâsı ile tövbe etmedikçe temelli olarak Cehennem’de kalacaktır” derler. Netîcesine bakmaksızın emr-i bil-ma’rûf ve nehy-i-anil-münker (iyiliği emir, kötülüğü yasaklama) esâsının tatbik edilmesini isterler. Zeydîler; İmâmiyyeden farklı olarak; mest üzerine mesh etmeyi, âdil ve zâlim olsun her imâmın arkasında namaz kılmayı ve Ehl-i kitabın kestiğini yemeyi câiz görürler ve müt’a nikâhını kabul etmezler.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.